Abdurrahman Dilipak'la ortak hiç bir yanı olmayan ve onu çok sert eleştirenler bile Dilipak'ın başına gelene isyan ettiler.
Neden? Olup biteni bir daha hatırlatayım.
Dilipak, 9 yıl önce merhum Güven Erkaya'nın vefatı hakkında kaleme aldığı yazıda Oramiral'e hakkını helal etmediğini dile getirmişti.
Erkaya'nın yakınları yazarı bu ifadesi nedeniyle mahkemeye vermişti. Mahkeme de geçenlerde sonuçlandı ve öyle bir para cezası biçti ki...
O paranın ödenmesi için Dilipak'ın kıt kanaat onca yılda biriktirdikleriyle sahip olduğu evi icra yoluyla satıldı.
***
Basın yoluyla işlenen kişilik hakları suçlarına karşı açılan tazminat davalarında orantısız para cezalarına karar verilmesi bazen "hukuk yoluyla haksızlık" niteliği taşıyor. Bu nokta tartışılmalı!
Kaldı ki, biz bu tür davalar hakareti, aşağılamayı, yalan haber yaymayı önlesin isterken...
Mahkemelerin
altından kalkılamayacak kadar büyük para cezalarına karar vermeleri giderek
basın özgürlüğünü tehdit eder hale geliyor. Bunun örneklerini son zamanlarda pek sık görüyoruz.
***
Ancak olayın bence asıl önemli noktası başka bir yerde.
Geçen gün
Fatma K. Barbarosoğlu sordu: "Ebedi dünyaya ertelenmiş bir hak arayışını, mahkeme neden bu dünyada cezalandırma iştiyakı taşıyor?" (Yeni Şafak, 25 Ağustos)
Bu topraklarda yaşayan insanların inancına göre, her zaman esirgeyen, bağışlayan yaratıcı bile "
bana kul hakkıyla gelmeyin" demiş, bu "hak" meselesini kendi yargı ve af alanından çıkartmıştır.
Yani... Uzun sözün kısası...
Biri size "hakkımı helal etmiyorum" derse, bundan haklı olarak incinebilirsiniz; dahası size bu bir tür haksızlık gibi gelebilir...
Fakat mesele mahkemelik mesele değildir!
İnanlar için, en iyisi yol yakınken
helalleşmektir!
Ama unutmamalıyız ki...
İnsanların nasıl inanma veya inanmama özgürlüğü varsa,
hakkını helal etmeme özgürlüğü de vardır!
***
Şimdi Dilipak'ı ve Erkaya ailesini bir yana bırakalım da...
Sadede gelelim.
Nasıl oldu da...
İnançlısı için de, inançsızı için de, toplumun hücrelerine kadar nüfuz etmiş adalet anlayışının temel pratiği ve sigortası olan "
kul hakkı" kavramı kıyılara köşelere itiliverdi, anlamı unutuldu?
Ota, topa, kıytırıktan başarılara "
Helal olsun!" diye bağırıyoruz da, neden "
helal etme"nin ne olduğunu unutuyoruz?
Bunları düşünsek...
En azından...
Belki...
Bir... Hakkımızı helal etmediğimizi kolayca ve alenen ifade etmeye kalkışmadan önce dokuza kadar sayma
terbiyesi ediniriz.
İki... Laik hukuk düzeninin inanç özgürlüğünün teminatı olduğu ve tam da o yüzden asla bir "
din" gibi
işlev göremeyeceği gerçeğini nihayet içimize sindiririz.