Güldürmek her zaman incelikli ve muhalif bir iş değildir. Güldürmek her zaman hakiki mizah duygusunun eseri değildir. Tersine, çoğu zaman başkalarını güldürmek için seçtiğimiz yol kabadır, insan olmayı aşağılayan özellikler taşır ve özgürlükçülükle uzak yakın ilgisi yoktur. Nitekim basınımızın "böyyük" yazarlarına bir bakın! Bu adamların ruhlarının ne kadar küçük olduğunu kavramak istiyorsanız, onların kaba alaycılık, hor görü ve yalanla dolu fakat mizah kisvesine bürünmüş yazılarına göz atın!
***
İftara on dakika var. Pideler bisikletin ön sepetinde. Ben pedala bastıkça pidelerin mis kokuları arkaya doğru yayılıyor. Bisikletin vitesleri bozukmuş, zincirleri paslanmış, ne önemi var! Tatlı bir Ege rüzgarı omuzlarımı okşuyor... Hani sofrada bekleyenler olmasa... bu duygu, bu huzur, bu "an" hiç bozulmasın diye hiç durmayacağım!
***
Çocuk taşı fırlatmış... Taş bunu bilmemiş; "ne güzel uçuyorum" demiş. Özgürlüğümüz ve kaderimiz arasındaki ilişki bundan ibaret mi?
***
Yaşlıları severiz, saygı duyarız ama onlarla uzun uzadıya vakit geçirmekten kaçınırız. Çünkü hep merak ettiğimiz sorunun en somut cevabı gibidirler. Soru şudur: Gerçekten bir gelecek var mı? Cevap şudur:
İşte yaşlılar... Bu cevap olmasına cevaptır da, pek hoşumuza gitmez. Sık sık yüzleşmekten kaçınırız.
***
Geçen gün yaşlılık krizine giren 60'lık meslektaşlarımdan söz ettim ya... Hani yaşlanınca nasıl hissetsek, nasıl düşünsek, nasıl davransak meselesine kafayı takmış, bu konuda yazıp çizenlerden... Hatta "kaliteli yaşlanmayı planlamalıyız" diyenler bile var aralarında... Dostum Bülent Korman "bunlar yaşlılık mühendisliği gibi bir şeyin mümkün olacağını sanıyor ve fena halde yanılıyorlar" diyor. Haklı! Orta yaşı nasıl geçirdiysek, öyle ihtiyarlayacağız! Onca kibir, onca nefret, boğazına kadar çekişme ve itişmeyle geçmiş, aşksız ve şefkatsiz bir orta yaştan ne kadar "kaliteli yaşlılık" çıkar, düşünün artık! Yani vaktinde ne ka köfte, kocadığında o ka ekmek!..
***
Rüzgâr... Ondan kaçarken, ondan saklanacak yer ararken... Bir bakıyorsunuz ona âşık olmuşsunuz! Nereye gitsem, Çeşme'nin rüzgârını arıyorum.
***
John Berger aşıkların içinde hükmünü sürdüren arzunun bir an şöyle bir teklifte bulunuverdiğini söyler: Yok olalım!.. Evet, gerçekten de öyledir. Aşkın en ateşli döneminde, arzu fısıldar sürekli: Bırakalım bunları, yok olalım! Bu çiğ ışığı, bu dedikoducu aydınlığı, bu kıtlık dünyasını terk edelim! Gün gelir, geçer bütün bunlar. İlişkinin düzeni aşkın isyankârlığını yener. Her şey "orta yer"de sürer gider.
***
9 yaşındaki kız çocuğu babasına soruyor: Sen de erkeksin bilirsin, neden erkekler kızlara kötü davranıyor? Sevdikleri için mi?