Sabahın ilk ışıkları...
Birden şehrin bütün sesleri duruyor.
Otoyol uğultusu kesiliyor. Artık vites değiştiren, gaza basan yok.
Kalorifer kazanları sönüyor. Alarmlar susuyor. Bütün geceyi ağlayarak geçiren yan dairedeki bebek bile susuyor.
Koca şehir donup kalıyor sanki.
Kısa bir aralık!
Tam o sırada işte...
Minicik bir kuşun cıvıltısı...
Derin bir meditasyon hali o kısacık "an"ın içine sığıyor.
Sonra geri dönüyor sesler.
Merdiven boşluğunda topuk sesleri...
Çarparak kapanan araba kapısı, otoyoldan hışımla geçen şehirlerarası otobüslerin ıslığı, bebeğin ağlaması, çöp kamyonu, şehir üzerinde tur atan uçağın homurtusu...
Şehir geri dönüyor.
***
Şehir çocuğuyum.
Onun kirini pasını bile seven biriyim.
Her mekânına, her deliğine girip çıkmışlığım var. Melankolimi en iyi bastıran şeyin büyük şehir şamatası olduğunu anlayalı çok zaman oldu.
Ama...
Ne kadar metropol insanı olursak olalım, ne kadar seversek sevelim bu şehri...
İçimizde, ruhumuzda, beynimizde bir şey var ki, onunla çatışıyor.
O kısacık an, o kuş cıvıltısı her seferinde bunu hissettiriyor bana...
Ne zaman uzun yola çıksam manzaranın genişlediği, görüntünün uçsuz bucaksızlaştığı veya yeşille mavinin birbirine karıştığı kıyılarda bir tuhaf oluyorum.
Uzak ve sevgili atalarımı
ziyarete gelmişim sanki...
Neden?
***
Tam yine bu düşünceler zihnimi kurcalamaya başlamıştı ki, Marc Berman'ın araştırması çıktı karşıma.
Michigan Üniversitesi "Doğal Kaynaklar ve Çevre Enstitüsü"nce yapılan bu araştırma bugünlerde Batı'nın popüler bilim dergilerinde pek sık alıntılanıyor.
Araştırmanın sonucu şöyle özetlenebilir: Şehir hayatı insan beyniyle uyumlu değil. Hatta beyine zarar veriyor.
Michigan Üniversitesi psikoloji bölümü öğretim üyesi Berman "şehrin aşırı uyaran yüklü" dünyasının, beynin enerji ve konsantrasyon sınırlarını zorladığını söylüyor. Bu bakımdan sadece trafiğin yoğun olduğu bir caddede yürümek bile "sakıngan bir mekanizma" olan beyin için çok yorucu bir şey. Çünkü beyin sürekli tehdit algılıyor ve uyaranlar arasında seçim yapmakta zorlanıyor.
Berman ve arkadaşları ellerine GPS alıcıları verdikleri öğrencileri iki gruba ayırmış. Bir grup şehirdeki botanik bahçesine gönderilmiş, diğeri şehrin en hareketli cadde ve meydanlarında dolaştırılmış.
Sonra öğrenciler üzerinde psikolojik testler uygulanmış. İkinci grup bütün dikkat ve hafıza testlerinde fena halde çuvallamış.
Botanik parkında vakit geçirenlerde ise, buraya özellikle dikkat, hafıza kapasitesinin yüzde 20 arttığı gözlemlenmiş.
***
Araştırmanın sonuçları bu kadar değil tabii...
Böyle başka araştırmalar da var zaten. Mesela kırsal kesimde büyüyen hiperaktif çocuklarla şehirde büyüyenlerinin uyum süreçlerinin farklı olduğunu gösteren araştırmalar...
Ya da pencereleri yeşilliklere bakan hastanelerde yatan hastaların pencereleri gökdelenlere bakan hastanelerde yatan hastalara göre daha kısa sürede iyileştiğini gösteren araştırmalar...
Daha fazla uzatmayayım.
İyisi mi, siz de içinizi, tecrübelerinizi şöyle bir yoklayın bakalım! Sonra yine döneriz bu konuya.
Bir ara da...
Peyzaj ve insan ilişkisi üzerine bir çift şey söylemek istiyorum.
Bizi içinde yaşadığımız "manzara"dan ayrı değerlendirmek mümkün mü?