Avrupa filmlerinin içinden çan sesleri geçer. Kızla oğlan karanlık bir sokakta öpüşürken uzaktan çan sesi gelir. Adam soğuk bir otel odasında intihar ederken yakındaki katedralin çanları çalmaya başlar.
Bizim sinemamız "seküler" (dindışı) hayatın dışında bir başka zamanın daha varolduğunu; o zamanı toplumumuzda ezanın belirlediğini görmezden geldi. Ezan sadece ölümü hatırlattı Yeşilçam'a. Cenaze sahnelerinde kullandı.
Tuhaf bir durumdu aslında!
Şimdi Reha Erdem'e, Nuri Bilge Ceylan'a, Çağan Irmak'a bakıyorum da...
Ezanın farklı "zamanı"nı ve çağrışımlarını ne güzel yediriyorlar filmlerinin içine!
Geç oldu ama güzel oldu!