Biz onsuz her yemeğe oturduğumuzda tabağımıza gözyaşı düşüyor Savaş Kardeş!.." dedi ve sanki de yılan dili bir piçak soktu böğrüme...
Sonra öyle laflar dizerek devam etti ki; böğrüme saplı dediğim bıçağı geri çekmeden içeride döndürdü döndürdü, acımı katmerledi:
- Kameraya almazsan bir şey göstereceğim!..
Sonra başının tümünü örten eşarbı söktü çıkardı. Kesik, kısık, kırık hallerde tokatladı sözcükleri yeniden:
- Bak... Bak gördün mü?.. 16 ay öncesi 16 tel beyaz bile bulamazdın arasan. Şimdi kar yağdı saçlarıma, böyle beyaz, bembeyaz oldu evlat acısıyla...
Neredeyim öyle mi?..
Santim yalanım varsa namerdim. Ben böylesi okkalı sızı duymayalı çok vakitler geldi geçti. Ben böylesi yürekli bir anaya rastlamayalı nicoldu... Sırf anaya mı? Hayır!.. Yanı başında bir de kuyu yürekli baba, bir de beter güzel gözlerinde bin dargınlık bakan 14 yaşında kız kardeşe...
Nereden başlamak?..
Bir ölüye "ölmedin" muamelesini kim yapar?.. Bu ana yapar işte. İlaveten bu baba, bu kız kardeş yapar, gözümle gördüm... Toprakla, taşla, üstünde bitmiş gülle yaprakla konuşan, böylelikle tez yitmiş oğullarıyla hasret ufaltan aile boyu bir keder üçlüsünü, dedim ya; gözümle gördüm, gözledim... Hadi şimdi muamma iklimlere fazla teyellemeyeyim sizi de, bu kahırlı mevzuu ta başından alıp geleyim onlarla rastlaştığım yere.
Yandı gitti koca uçak!..
Tarih 16 Ocak 2003 gece vakitleri... THY'nın İstanbul'dan kalkan Konya adlı RJ 100 uçağı Diyarbakır Havaalanı'na iniş için alçalıyor... Havada yoğun sis var... Tekerlekler yere ha kondu ha konacak diye beklenirken, gövdesi üzerine ve olanca ağırlığıyla çakılıyor koca tayyare. Kırılıp ikiye ayrılıyor ve anında alev alıp yanmaya başlıyor. Çarpma sırasında parçalanan ana gövdeden savrulup çamur tarlalarına, saman yığınlarına düşen 7 yolcu haricinde kalan kim varsa yitiriyor canını. Sonuç kahredici; 75 ölü...
İsimler tarihler!..
İşte bu 75 candan sadece bir tanesinin. Konya Uçağı kabin görevlilerinden Şenol Yavuz'un ailesiyle birlikteyim ben orada... İstanbul'un Edirnekapı'sında, THY Şehitliği'nin orta yerindeyim. Her yanda bir mezar, her mezarın üzerinde isimler, görevler, doğum ölüm tarihleri... Kaptan pilotlar, yardımcı pilotlar, hostesler, kabin amirleri, teknisyenler, hepsi ebedi istirahatgâhında uyumakta...
Bir tek onun!..
Ne acı ki bu mezarların çoğunun üzerinde dallar, yapraklar, otlar sararıp solmuş, bakımsızlıktan, ilgisizlikten viran olmuş hallerde. Ama bir tek o çocuğun; Konya uçağında ölen 75 yurttaştan biri olan kabin görevlisi Şenol Yavuz'un mezarı gülistan gibi. Çünkü dedim ya; ona ölmedi muamelesi yapıyor anacığı, babacığı ve kardaşı...
Yakışır mı koca kuruma?..
- Haftanın en az 5 günü buradayım ben Savaş Bey. Annesi ve kız kardeşi de en çok 2 gün arayla gelir buraya. Çiçekleri, otları sular, yeni yeni güller, mimozalar, kasımpatılar dikeriz üzerine evladımızın. Saatlerce konuşuruz, dertleşiriz onunla. Ama her defasında aynı elemi yaşarız diğer meslektaşları için. Bakın şu mezarların haline. Yakışır mı koskoca hava yollarına? Yılda 40 milyon aidatı ödeyip de bir görevli, bir bahçıvan vermiyorlar buraya.
Köhneyip giden!..
Bakın az ötede askeriyenin hava şehitliği var. Oranın şıklığına, güzelliğine, muhteşemliğine bakın. Geçen gün anma törenine geldiklerinde komutan buranın halini gördü de üzüldü. Emretti ve biraz bakım yaptırttı buraya. Yoksa daha beterdi hali buraların. Kaptan pilotların, filiz çağlarında tükenen hostes kızların kabirleri köhneleşip gidiyor.
Beş aylık güveydi!..
Daha nesini anlatayım. Küçük kızın, Dilara'nın yani sadece ağabeyinin değil oradaki tüm mezarları saatlerce sulamasını mı? Taksi şoförü babanın çalışırken bu güzergâha asla yolcu alamadığını mı? 5 aylık evliyken sonsuzluğa uçan 23 yaşındaki evladın ağrısın ağırlığını cüsselerinde, hücrelerinde hissedişlerini mi?.. Yoksa son bir sitem mi iletsem onların ağzından;
- Yanmayan bir tek bizim oğlumuzmuş onca ölen arasında.
Bir el çantası!..
Yanmamış ama çarpma sırasında kafasına, bedenine ağır darbeler almış. 3 saat yaşatabilmiş onu doktorlar. Sonra... Sonra cenazesi geldi işte... Ama saati, telefonu, alyansı çıkmadı ortaya. Gelmedi, gelemedi, arandı bulunamadı o hatıralar. Bomboş bir el çantasını getirip attılar önümüze. Bir de 5 aylık gelinimizi alıp yer hostesi yaptılar teselli olması için... Bizim böyle acılara gücümüz yetiyor da koca Türk Hava Yolları'nın bir bahçıvan tutmaya, şuncacık mezara bakıp ilgilenmeye gücü yetmiyor mu haa?..