ERMAN Hoca'yla buluştuk geçen gece. Beyoğlu'nun ünlü Nevizade Sokağı'na gidip epey bir hoş vakitler geçirdik takım halinde. Malum; vakit ilerledikçe dillerin bağı çözülüyor Biraz şarkı, biraz kahkaha, biraz geyikleme-çeşitleme derken muhabbet de firar ediyor.
Kehanet mi gerek?..
İşte tam bu dediğim hallere bürünmüşken ortak arkadaşımız Dilaver sordu Toroğlu'na; "Hocam aşağı yukarı ne dediysen çıktı sezon sonunda. Mutlu musun kehanetlerin tuttuğu için?"
Erman Abi soruyu duyunca hince ve cince güldü. Dedi ki; "Kehanet değil Dilo can. Ona görünen köy derler. Eh köy görününce de ne Erman gerekir ne kılavuz ne Nostradamus!.."
İç bakalım hoca iç!..
Bu lafına gülüşümüz yarıda kaldı, çünkü tam o sırada boylu boslu bir delikanlı bitiverdi Erman Hoca'nın sırt üstünde. Biraz da küstah tavırlarla hocayı hafiften itikleyip bir de kart bıraktı masaya. Baktık ki düşen takımlardan birinin taraftar kartı. Sonra da kinayeli biçimde lafını koydu o genç; "İç bakalım hocam iç. Takımımızı düşürdün, muradına erdin. Şimdi iç, keyf et!.."
Nereden geliyor?
Eh birader eni sonu Erman Hoca bu. Çevre Koruma Vakfı'ndan değil, sokağın ta böğründen gelen, damarına basılınca acilen arızaya geçen bir abi malum. Önce dalgayı yandan sıyırtıp ses etmedi ama delikanlı ipin ucunu kaçırınca şöyle olduğu yerde bir dönüverdi ağabeyimiz. Dedi ki; "Sevgili kardeş lafı dolandırıp beni de darlandırma. Tam da söylediğin gibi oldu farz et. Yani takımını ben hakikaten de ben düşürdüm. Eeee?.."
Eyvah ki eyvah!..
Oğlan bu tepkiyi beklemiyordu sanki ve anında kılık değiştirdi. Şıp diye; efendi, makmüeddep hallere vasıl oluverdi yanim ya. Sonra da tık diyemeden çekti gitti.
Biz; "Eyvah gece darbelendi. Tadımız kaçacak, muhabbetimiz bozulacak" diye hayıflanırken, baktık ki gülüyor Erman Hoca. Şaşırdık tabii. Sorduk:
- Ne oldu hoca, niye gülüyon? Çocuk keyfini kaçırdı sanmıştık.
Çok matrak bi şey!..
Hoca gülmesine acuk daha devam edip, az sonra normale avdet etti. Ve anlattı:
- Yahu arkadaşlar. Bu gelip posta atıp giden genç kardeşe kızmış filan değilim. Ama onun sözleri aklıma başka bir şey getirdi ona gülüyorum.
Sorduk anlattı o gülünçlü meseleyi de: - Yahu çok matrak haa! Geçen gün gazetede otururken muhaberat elemanları bir zarf getirdi. Şöyle kallavi boyda birazcık da ağır okkalı bir sarı zarf. İçinde bir şey var ama ne? Tam açmaya yeltendim atıldılar elime. "Aman hocam açma maazallah nedir ne değildir bilinmez!" Sonra biraz daha yokladım ki öyle sert, şekilli bir şey değil. Çok da fazla sarsmadan filan üst tarafını kesip açtım. Baktım ki böyle un gibi ama yeşile çalan bir toz var. "Allah Allah bu ne, biri bize eroin mi postaladı" derken, çaycı görüp adını koydu; "Hocam kına bu kına. Ne işin var ki senin kınayla?"
Yan masadan dinlediler!..
Sonra fark ettim ki bir de pusula var zarfın içinde. Açtım okudum. Yine bu giden kardeşin takımından bir taraftar yollamış. Pusulaya şöyle yazmış;
"İstediğin oldu Erman efendi. Artık bunu müsait bir yerine yakarsın!" İşte o zaman çok güldük gazetede buna. Şimdi aklıma gelince gülmem tuttu yeniden.
Hocanın anlattığına biz de güldük elbet. Yan masadan can kulağıyla bizi dinleyen bir grup genç adam ve kadın da hikâyeyi çok sevmiş olacaklar ki onlar da patlattı kahkahayı...