Seçim yasakları falan kimsenin umurunda değildi.
Sandığa giderken baktım, çarşaf gibi "billboard"lar oldukları yerde duruyorlar. Bu saatten sonra hangi budala etkilenecekse artık...
Eskiden de bayraklar, flamalar caddenin bir ucundan öbür ucuna ampul gibi asılı dururlardı. Adayların fotoğrafları da.
Faşist gazeteye baktım:
Hiç tınmadan propagandaya devam... Mustafa Kemal'in askerleri PKK ve FETÖ yönünde oy vermek için akın akın geliyorlarmış!
Rakı sofralarını bile bırakmışlar.
Ya sıkı denetleyeceksin, altından kalkamıyorsan da yasaklamayacaksın hemşerim.
Hiç olmazsa gülünç olmaktan kurtulursun.
Fakat katılım müthişti...
Saat sekize on kala "kimse olmaz" diye gittim, kuyruk vardı. Kendimizi uyanık sanıyorduk, bizden de uyanıkları varmış.
Sessizlik hakimdi...
Yok, bizim oralarda öyle "adam bıçaklama" falan olmaz, sabahın köründe kafayı çekip gelen de bulunmaz.
Dağ başı değil.
Fakat "bakışlar" çok şey anlatıyordu.
Sandık heyeti Türkiye'nin özeti gibiydi...
Bir uçta ağzı burnu sımsıkı kapalı bir hanım kız, öbür uçta kısa beyaz saçlı bir Atatürk rahibesi... Sarkık bıyıklı kara kavruk bir adam (adadan gelen emir doğrultusunda tarafsız kaldı mı acaba?), göbekli bir başka adam, orta yaşlı (partisini çıkaramadım)...
Kız genç, öbür hanım geçkince...
Kız bana "artist görmüş" gibi bakıyor, ortalarda gençten bir adam da gülümseyerek.
Geçkin hanım da, sağolsun, "domuz görmüş" gibi!
1946 seçimi olsaydı sandık başında nasıl bir dayak yerdim kim bilir...
En temizinden jandarma dayağı. O zamanlar sandık başlarında üniformalı polis ya da jandarma bulunurdu. Oyunu açık verirdin, sandık heyeti "kime veriyor" diye bakar, eğer CHP'ye vermiyorsan seni uyarırdı!
Akşam saat beşte de bir odanın kapısını kilitleyip "halvet" olurlardı, oylar sayılır ve CHP'nin kazandığı ilan edilirdi.
Artık daha başka yollara başvuruyorlar.
Müberra Hanım o tarihte doğmuş muydu acaba?
Muazzez İlmiye Hanım otuz iki yaşındaydı.