Kurtuluş Savaşı'mız, çok kişinin inandırıldığı gibi bir "halk savaşı" değildir.
Zaten, halk savaşı diye bir şey yoktur, "halk adına verilen" savaş vardır.
Kurtuluş Savaşı'mızda ayaklananlar Osmanlı bürokratlarıdır, elbette asker önderliğinde...
"Milli mücadele" Anadolu'nun çeşitli İttihat ve Terakki partisi şubeleriyle Anadolu'ya geçen ve/veya zaten orada bulunan subaylar eliyle yürütülmüştür.
Dünya savaşında uğradığımız ağır yenilgi yüzünden itibarları da kalmamıştı, can havliyle yeniden silaha sarıldılar ve hem ülkeyi hem de onurlarını kurtardılar.
Hani, 12 Mart döneminde itibarı yerlere düşen ordunun, 1974'te Ecevit sayesinde ve Kıbrıs'ta kendini kurtarması gibi...
Halk, Kurtuluş Savaşı'nda ancak "askere alma yoluyla" bulunmuştur.
Asker kaçağı da çoktu... İstiklal Mahkemeleri, çok kişinin inandırıldığı gibi "devrimleri korumak için" falan değil, asker kaçaklarını yargılamak üzere kurulmuştur.
Halk askerin iç çamaşırını, çarığını falan, bazı Ankara bürokratlarının yazdığı televizyon dizilerinde gösterilmek istendiği gibi gönüllü olarak değil, olağanüstü koşulların ürünü olan olağanüstü Tekalif-i Milliye Kanunu uyarınca zorla vermiştir, kağnısıyla cepheye kadar da taşımıştır. Başka çare de yoktu.
Yani, altmışlı ve yetmişli yıllarda "halk savaşı vereceğiz emperyalizme karşı" diye marş söyleyen çocuklar kendi kendilerini kandırdılar. Bunlar kovalanırken, tutuklanırken, işkence görürken, asılırken halk neredeydi?
Bugün halkın temsilcileri emperyalizme karşı mücadele verirken onlar emperyalizme teslim olmuş durumdalar!
Tarihin hazin bir cilvesidir bu...