Hilal Kaplan hemşiremiz çok önemli bir laf etti: "Mülteciler sadece Türkiye'de değil, Avrupa solunun da hümanizm maskesini düşürdü."
Malum, insan haklarından dem vuranların iş mülteci kabul etmeye gelince yan çizmeleri...
Türkiye'de de, solcu olduğunu ileri sürenlerin Arap nefreti...
"Nasyonal sosyalistleri" anlıyoruz, ırkçılık onların zaten fıtratında var. Acaba gerçekten sosyalist ve ilerici olduğunu düşünen aydın, içine yuvarlandığı korkunç çelişkinin farkında mıdır?
Değildir.
Avrupa'nın ikiyüzlülüğünün farkında olmadığı gibi, kendisi de ikiyüzlüdür.
Solcu olduğunu söyler ama Kemalist'tir.
Kemalizm solculuk değildir.
Kemalizm'in uyguladığı "devlet kapitalizminin" sosyalizm olmadığı gibi.
Radikal bir Batılılaşma girişimidir, o kadar. Emekçiye en küçük bir faydası olmamıştır.
Tam tersine sendikalaşmayı ve grev hakkını yasaklamıştır.
Sol, Kemalist olduğu için hep yerlerde sürünmüştür. En parlak devrinde (altmışlı yıllarda) aldığı halk desteği yüzde üçü geçememiştir.
Türk solcusu ahmak olduğu için, solu iki kere çok kötü tırpanlamış olan (1925 ve 1946) İsmet Paşa'yı da "solun manevi lideri" sanır ve kargaları bile güldürür.
Avrupa solu da, yalnız bugün mülteciler konusunda değil, "aslında ne mal olduğunu" yakın tarih boyunca çok göstermiştir...
1914 yılında dünya savaşı patlayana kadar hem Alman solu hem de Fransız solu, barış, kardeşlik, emekçi halklar, falan filan diye atıp tutuyordu. Savaş başlayınca, her iki ülkenin solcuları da hükümetlerinin istediği parlamento desteğini hemen veriverdiler, savaş kredileri kanununu onayladılar!
Otuzlu yılların başlarında Stalin'in Alman komünistlerine "Naziler'le işbirliği yapın" ve Hitler iktidara gelince de "direnmeyin" şeklindeki emirlerini, bu korkunç kepazeliği hiç saymıyorum.
Daha eskiler, bizi daha da yakından ilgilendiriyor...
Jöntürkler, 1908 darbesini yaptılar. Gizli İttihat ve Terakki Cemiyeti böylece "legale çıktı", iktidara gelir gibi oldu ama tam da gelemedi (bunun için 1913 darbesini bekleyecekti.)
1910 yılında İtalya birdenbire Libya'ya, yani Osmanlı toprağına saldırdı.
"Batıcı" İttihat ve Terakki apıştı kaldı. Avrupa hani onları destekleyecekti? (Anthony Quinn'in oynadığı direniş lideri Ömer Muhtar'ı seyretmişsinizdir, Osmanlı subaylarının bütün yardım çabalarına rağmen, çarpışmaları Oliver Reed'in oynadığı General Graziani kazandı.)
İttihat ve Terakki'nin yüz seksen derece politika değiştirip "bütün imparatorluk halklarına eşitlik ve özgürlük" politikasından birdenbire "ırkçı Türk milliyetçiliğine" dönmesi bu şokun ve müthiş hayal kırıklığının sonucudur.
Türk aydını, Batı'nın ikiyüzlülüğüyle tanışıyordu!
Ömer Seyfettin'in "Primo Türk Çocuğu" öyküsünü okuyunuz, İtalyan masonlarının İttihatçı Türk biraderlerine nasıl bir kazık attıklarını da öğreneceksiniz.
Benzer bir kazığı da bugün hümanist geçinen Avrupa solu atıyor, aymaz Türk aydınına müstahaktır.