Kitap fuarının "ana teması" bu yıl Türk sinemasıymış. Yayın dünyasının geleneksel "tut beni tutayım seni" ve de "çamurdan olsun bizden olsun" politikaları uyarınca birbirlerine ödüller de dağıtıyorlar.
Türk sinemasının yüzüncü yılı kutlanıyormuş da ondan... Malum, Türk sinemasının "miladı", Fuat Bey'in (Uzkınay) 1914 yılında çektiği "Ayastefanos Abidesinin Yıkılışı" adlı belgesel... Ruslar'ın 93 Harbi'nde Yeşilköy'e kadar gelmiş olmaları şerefine oraya diktikleri bir anıtın, Rusya'yla yeniden savaşa girmiş olmamız şerefine İttihatçılar tarafından nihayet yıkılmasını gösteriyor.
Gösteriyor da gösteremiyor.
Çünkü ortada böyle bir film yok!
Çekildiği söylenir ama seyreden kimse duyulmamıştır.
Pis bir rivayete göre merhum Fuat Bey'in "objektif kapağını açmayı unuttuğu" ve filmin kapkara çıktığı da telaffuz edilmiştir...
Eh, Yeşilçam tabir edilen "eski Türk sinemasına" da böyle kutsuz bir doğum yakışırdı vallahi!
Türk sinemasının yüzüncü yılı kutlanıyor, oysa bir Türk sinemasından ancak şu son yirmi yıldır sözedilebilir... O da, bir çocukluk döneminden... Ortada iyi çalışmalar, eli yüzü düzgün eserler vardır ama henüz bir "başyapıt" yoktur. Elbette o da gelecektir. İyi yönetmenlerimiz belirmiştir ama henüz dünya çapında bir yönetmenimiz de yoktur, yalnızca İtalya'da borusu öten Özpetek ve yalnızca Fransız entellerinin gönlünde taht kurmuş, seyirci kitlelerinin iplemediği Ceylan hariç.
Bendenizi hep şaşırtmış olan, bizim bürokrat diktasının niçin sinemayla hiç mi hiç ilgilenmemiş olduğudur... Otuzlu yıllarda Rusya, Almanya ve İtalya sinemaya son derece büyük önem vermişler, bizimkiler işi son derece kötü bir yönetmen olan Muhsin Ertuğrul'a bırakmakla yetinmişlerdi... Akılları ermiyordu...
Demokrat Parti geldiğinde zincirlerinden boşanan Türk sineması, İtalyanlar'ın "neo-realizmi" benzeri bir atılım başlatabilirdi. Zaman da zemin de müsaitti, Türkiye'nin sosyal gerçeği de, dünya seyircisinin eğilimleri de... Nitekim, Lütfi Akad'ın "Kanun Namına", Memduh Ün'ün "Üç Arkadaş" gibi eserleri, bu yönde kıpırtılar olmuştur.
O zamanlar Yeşilçam'da bu girişimi yönlendirecek yazarlar da mevcuttu, Orhan Kemal'den Attila İlhan'a kadar... Bunlar, bir Cesare Zavattini'den, bir Giuseppe de Santis'den aşağı kalır adamlar değillerdi. Bir Akad bir Rossellini'den, bir Ün bir Maselli'den daha yeteneksiz değildi...
Olamadı. Kıro yapımcı ve lumpen işletmeci, Türk sinemasının gelişmesine izin vermedi. Sinemadan kazanılan paralar işhanı yaptırmaya ve metresine kürk almaya yatırılınca teknoloji de geri kaldı. Türk sinemacısı "şaryoyla", "vinçle" reklamcılar sayesinde tanıştı, kameranın poposunu kaldırıp "travelling" yapmayı bile onlardan öğrendi.
Sayın bana eski Türk sinemasının "dişe dokunur" filmlerini: Üç Arkadaş (son sekansı çöpe atılmak şartıyla), Kırık Çanaklar, Susuz Yaz... Başka? Başka da sayamazsınız. (Gurbet Kuşları, Visconti'nin Rocco ve Kardeşleri'nin adaptasyonudur ve pek sayılmaz.)
Üç iyi filme karşılık sekiz- on bin kötü film! Yanlış okumadınız, sekiz-on değil, sekiz-on bin.
Yeşilçam, daha şimdi şimdi doğmakta olan Türk sinemasının "tarih öncesidir"... Olmayan filmin haybeden kutlamasını yapacağınıza, sinema okullarında oturun da bunları tartışın.