Küçük memur kafası, yoksulluğun üstesinden gelemeyince, uzun ve içten içe işleyen sinsi bir hastalık gibi hayatı boyunca yakasına yapışan bu durumdan kurtulamayınca, çaresiz onu "içselleştirir"...
Bunun Frenkçesi "enteriorize" etmektir.
Benimsemek, hatta onu savunmaya geçmek...
Yani, başa çıkamadığı belanın aslında "erdem" olduğunu düşünmeye başlar.
Kendisi fakirdir, demek ki fakirlik iyi bir şeydir. İyi olmasaydı fakir olmazdı.
Böyle böyle, daha çok para kazanana (ve tabii harcayana) hınç duymaya başlar.
Bu ülkede küçük memur, altmışlı yıllarda kendisinden daha yüksek ücret alan ve sosyal haklarını kazanmış işçiden de nefret etmiştir!
Bu ülkede büyük memur, yıllarca ve yıllarca küçük memuru "ülkenin efendisi" olduğuna inandırmış, düşük ücrete çalışmayı da ona benimsetmiştir.
Bu ülkede memur yıllarca ve yıllarca "yoksul ama onurlu" olmakla övünmüştür.
Okulda bize daha selamünaleyküm demeden "Türkiye'nin yoksul bir ülke olduğunu" söylerler ve bunu erdem olarak sunarlardı.
Faşist terbiyeyle yetiştiğimiz için, hiçbirimiz parmağımızı kaldırıp "niçin zenginleştirmediniz" diye de soramazdık, bunu akıl edemezdik...
İşte bu kafa, "dövizler gidecek" korkusuyla yatırım da yapmayan, ithalat da yapmayan kafadır.
Bu kafa gene aynı endişeyle kendi vatandaşına yılda ancak bir kere yurt dışına çıkış izni vermiş, yanında götürebileceği döviz miktarını da 200 dolarla sınırlamıştı...
Bu kafa, kendi küçük dünyasının dışında kalan her türlü yaşam tarzını da "lüks" olarak niteler ve bundan rahatsız olur.
Çünkü kendisinden bir lira fazla kazanan hırsız, kendisinden bir lira az kazanan ayaktakımıdır.
Ticaret de hırsızlıkla eşdeğerdir onun gözünde!
Eve bir buzdolabı almasını isteyen eşine "teldolap neyine yetmiyor, babanın evinde buzdolabı mı vardı" diye direnen kafa da bu küçük memur kafasıdır.
Hele araba almak falan en büyük terbiyesizlik, en büyük günahtır.
Bu arada, kendisi yoksul olduğuna göre, "devlet büyükleri" de mazbut yaşamakla yükümlüdürler.
Şimdi bir yandan memur partisi CHP, bir yandan hükümete nereden vuracağını bilemeyen "paralel basın", cumhurbaşkanlığı harcamalarını kurcalayıp bu memur kafasını galeyana getirmeye çalışıyor.
Bilmemkaç milyona köşk yaptırılmış, bilmemkaç milyona uçak alınmış...
Bu kafa, "elinde pazar filesiyle GİMA'da kasa kuyruğuna giren" Ahmet Necdet Sezer'i pek sevmişti. Çünkü Sezer buram buram memur kokuyordu.
Bu kafa, köylümüzün yüzyıllar sürmüş "et açlığını" giderme yolu olan "mangalı" da aynı nedenle hor görür.
Bulgur pilavına karşı pirinç pilavını bile "lüks yemek" kabul edegelmiş bu zavallı insanların artık uçağa biner olmalarını da hazmedemiyor...
Bunun için de, memur partisi, o köşkün makama yapıldığını, o uçağın makama alındığını es geçip bunların kişiye ait olduğu yalanını yaymaya çalışıyor...
"Paralar gitti" yaygarasının altında, aslında, "biz hiçbir zaman seçimi kazanıp o köşkte oturamayacağız, o uçağa binemeyeceğiz" şeklindeki acı gerçeği görmenin ürettiği huysuzluk yatıyor.