Geçen hafta Rodos'taydım, ada buram buram Zülfü Livaneli'nin çok sevdiği "Yunan ortahalliliği" kokuyor. (Halka toplu taşıma araçlarını önerip kendisi özel arabayla dolaşanlar gibi, ortahalliği övüp kendisi Boğaziçi sırtlarında havuzlu villada oturanlara bayılırım!)
Yani, lüks yok. Koskoca Rodos'un beş yıldızlı hepi topu iki oteli var. Böyle olunca da ortalıkta bizim fiyakalı tatil beldelerinde rastlanan "Rus yeni zenginlerinin altınları takmış takıştırmış eşleri" görünmüyor. Özellikle İskandinav ülkelerinin orta halli gezginleri Rodos'u işgal etmişler.
Dört de Alman görebildim, Yunanlılar Angela Merkel'le papaz olduklarından beri buralara pek Alman uğramıyor. ("Gitmeyin dayak yersiniz" diye bir laf çıkmış.)
Fakat Rodos eskimiş. "Turizmin beşiği" sayılan Rodos, azıcık külüstür kalmış. Turgut Özal'dan önce "toplam yatak kapasitesi bir Rodos adası kadar etmeyen" Türkiye, buraları çoktan sollamış geçmiş. (Hay Allah, Tayyip seçimleri niçin kazanıyor acaba?)
O dillere destan "Yunan adalarının ucuzluğunu" da fazla abartmayınız, Rodos ucuz ama çok çok da ucuz değil. Öyle "rembetiko" falan bulacağınızı da sanmayınız, buralarda tanınmıyor, yol yordam bilmez turistleri dön dolaş sirtakiyle sabunlayıp gönderiyorlar, çünkü "ortalama" Avrupalı gezginin kafasında Yunan müziği deyince Zorba'dan başka bir şey yok.
Fakat Rodos güzel. Deniziyle güzel, tavernalarıyla güzel (en iyisi de eski kentte, Sokratous Sokağı'nda Alexis'in meyhanesidir, hendeğe bakan çınarlı avlusunu tercih ediniz), kalesiyle güzel, rahat ve teklifsiz ortamıyla güzel. Süslü püslü olmaya gerek yok çünkü herkes donla dolaşıyor.
Gidecek vatandaşlarıma bazı önerilerde bulunmak isterim: Dalgalı deniz ve sert rüzgâr sevmiyorsanız, adanın batı kıyısından denize girmeyiniz, o kıyı yalnızca "sörf" yapmaya elverişli... Denizi çok daha sakin olan doğu kıyısını, merkeze taksiyle gidip gelmeyi göze alırsanız da uzaktaki Lindos kasabasında kalmayı tercih ediniz.
Elbette eski şehiri, daha güzel bir deyimle "kaleiçi mahallesini" gezeceksiniz, Maşrık-ı Azam'ın sarayını da, Şövalyeler Sokağı'nı da (Odos İppoton) göreceksiniz...
İtalyan yönetimi döneminde kalenin mimarisine özenerek yapılmış faşist suratlı yeni taş binaları da... Ankara'nın otuzlu yıllar mimarisini hatırlatıyorlar ama bunlar bizimkiler gibi koyu kahverengi suratlı değil, kumtaşından, açık sarı suratlı...
Lakin birkaç bakir sokak dışında, Rodos esnafı o canım tarihi katletmiş. Kıvrıla kıvrıla giden o gizemli ortaçağ sokakları, kuyumcu, kahvehane, gene kuyumcu, dönerci, ıvır zıvırcı, gene kuyumcu, şapkacı, kürkçü, kahvehane, lokanta, sonra gene kuyumcu dolu. Kısa sürede bıktırıyor. Çok alışık olduğumuz tarzda "sekiz lisanı yarım yamalak konuşan ve turisti kolundan çeken" çığırtkanlar da cabası.
Kaleiçinde gezinirken Süleymaniye Camii'ni, sonra Pargalı İbrahim Paşa Camii'ni, sonra da Rüstem Paşa Camii'ni görünce, Muhteşem Yüzyıl dizisinde anlatılanların gerçek olduğunu da idrak edeceksiniz.
Bir de kale dışında, yeni şehirde Murat Reis Camii... Burnunun dibine kumarhane yapmışlar.
O caminin avlusunda kimisi kavuklu kimisi fesli mezar taşları vardır.
Geçerken bir Fatiha okusanız iyi edersiniz.
Belki o zaman Davutoğlu'nun niçin önce dışişleri bakanı şimdi de başbakan olduğunu daha iyi anlarsınız.