Daha önce çok söyledim, işte Prof. Süleyman Yaşar da yazdı: Ermeni meselesinin kökü paradır.
Mesele, Ermenistan'ın bizden toprak isteyip istememesi falan değil, Ermeniler'in tazminat isteme tehlikesidir!
"Kan parası" falan da değil, el konulmuş Ermeni mallarının bedeli...
Türkiye'de 1914 yılında 1 milyon 200 bin Ermeni varmış, 1927 yılında kala kala 77 bin kalmış. Bu kesin.
Bu insanların nereye gittiklerini sormuyoruz, nereye gittikleri bellidir. Kimisi öbür dünyaya, kimisi Suriye ve Lübnan'a, kimisi de oradan Fransa, ABD ve Kanada'ya...
Bu insanlar Anadolu'nun hem çiftçi, hem de "esnaf ve sanatkâr" sınıfıydı. Bütün Anadolu'ya yayılmış mal varlıkları, bankalardaki paraları, işyerleri, dükkânları, atölyeleri, evleri, tarlaları, hayvanları, bağları bahçeleri üzerine elimizde doğru dürüst bir araştırma, bir bilgi yok.
İşte onun için de Osmanlı iktisat tarihi, Ermeni ekonomisine, daha doğrusu genel olarak "gayrımüslim ekonomisine" hiç değinilmeden yazılmış, Süleyman Hoca'nın da belirttiği gibi... Ne koskoca Niyazi Berkes, ne Korkut Boratav, ne rahmetli dekanım Oktay Yenal, ne Yahya Tezel, ne Şevket Pamuk... Bilmediklerini hiç sanmayız. Korkmuş olmalılar, bu konuya girip başlarına dert almak istememişler.
Bu nedenle de bize "Osmanlı'da burjuva sınıfı yoktu" diye öğretilmişti.
Azınlıklara pek pek "komprador işbirlikçiler" diye küfür edilirdi.
Osmanlı'nın burjuva sınıfını oluşturan azınlıkları hiç kimse hatırlamak istemiyordu ki, hakkını vermeye sıra gelebilsin!
Gerçek şudur: Ermeni malları, tehcirin ardından, Anadolu eşrafı tarafından yağmalandı.
Paylaşıldı.
Evler, tarlalar el değiştirdi.
Bir kısmı gidenlerin mallarına avantadan el koyarak, bir kısmı da doğrudan kendisi öldürerek!
Bu gelişme İttihat ve Terakki'nin, daha sonra onun doğrudan mirasçısı olan Cumhuriyet Halk Partisi'nin "azınlık sermayesini Müslüman Türk'e devredip kendi burjuvasını oluşturma" politikasına da uygundu tabii...
Sermaye birikimini sağlayamayan, sanayileşme hamlesini başlatamayan bürokratların aklına ancak "zoralım" gelebiliyordu ne yazık ki... Varlık Vergisi kepazeliği de bunun bir aşamasıdır.
1915 yılında birdenbire zenginleşen eşraf, dünya savaşında yenilince, mütarekede "müttefiklerin hesap soracaklarından" çok korktu.
İşte bu nedenle de, onları koruyabilecek tek kişiyi, Mustafa Kemal Paşa'yı destekledi.
Ermeni meselesine hiç mi hiç bulaşmamış, elleri tertemiz olan Mustafa Kemal'in derdi bu şaibeli adamları kurtarmak değil, memleketin bütününü kurtarmaktı tabii. Ama Anadolu eşrafının desteği hayati önem taşıyordu.
(Daha sonra eşraf, Ankara bürokratlarının ona destek değil köstek olmaya başladığını görünce bu ittifakı bozdu, muhalefete geçip kendi partisini kurdu: İşte Demokrat Parti'nin doğuşu.) Hükümeti destekleyen bazı gazeteci arkadaşlara "İttihatçılar'ın yedikleri herzelere siz niçin sahip çıkıyorsunuz, deli misiniz" diye sormuştum, tatmin edici bir cevap alamamıştım.
Onların yerine ben cevap vereyim: "Tam ekonomi tıkırında giderken şimdi bir de durduk yerde milyarlarca dolar tazminat ödemek istemiyoruz da ondan!"