Yılmaz Erdoğan'ın son filmi "Kelebeğin Rüyası" önümüzdeki mart ayında Oscar yarışına Türkiye adına katılacakmış, "en iyi yabancı film" dalında.
Elbette kazanamayacaktır.
Kötü bir film olduğu için değil... "Kelebeğin Rüyası" çok iyi bir film.
Anlattığı şeylerle günümüzün Batı dünyası arasında uçurumlar olduğu için. Daha doğrusu, Amerikan sinema otoriteleri 1941 Türkiyesi'nin sorunlarını anlamaya çok çok uzak oldukları için.
Temposu da ağırdır tabii, "Türk temposuyla" anlatılmıştır çaresiz... Belki "Türk entel filmlerini" beğenen Fransız ve İtalyan eleştirmenleri sevebilirler ama Amerikan Akademisi, asla.
Yılmaz Erdoğan iyi filmler yapan bir sanatçımızdır. Tarık Akan namıyla maruf Tarık Tahsin Üregül'ün gazına gelip, kör kör parmağım gözüne solculuk tasladığı "Vizontele 2" adlı berbat propaganda filmi hariç... (Canım, ona bakarsanız hangi "takip filminin" iyi olduğu görülmüş ki?)
Oysa "Kelebeğin Rüyası", sapına kadar, dibine kadar solcu bir film, solun s'sini ağzına almadan.
Milli Şef dönemini anlatıyor.
Genç yaşlarında veremden ölen Zonguldaklı iki taşra şairini... Rüştü Onur ile Muzaffer Tayyip Uslu... Ben bu adamların isimlerini duyardım ama itiraf edeyim, şiirlerini hiç okumamıştım. Şimdi aklım başıma gelince açtım baktım, elbette o dönemin "Garip şiiri" tadında yazan, çok duyarlı, çok içten, çok "umut verici" çocuklarmış bunlar. Yaşasalardı kimbilir daha neler yazacaklardı, nereye doğru "evrileceklerdi", soru işaretidir. Bu çocuklara çok yazık olmuş.
Konu melodrama dönüşmeye son derece yatkın ama Yılmaz Erdoğan bu hatayı yapmamış, Yeşilçam gibi basitleşmemiş. Ortaya yürek burkucu, hazin bir öykü çıkmış.
Filmde ayrıca, on yılda her yaştan on beş milyon genç yaratan "devrim Türkiyesi'nin" tutuculuğunu, bağnazlığını, sevgisizliğini, acımasızlığını ve geriliğini de bulacaksınız. Baskıyı, sıkıntıyı hissedeceksiniz.
Ve de örneğin, İsmet İnönü'nün köylüyü nasıl kamu görevlerinde zorla çalıştırdığını öğreneceksiniz!
Kürek mahkûmları gibi jandarma gözetiminde, silah zoruyla kömür madenlerine koyun misali sürülen zavallı insanları göreceksiniz...
Sonra belki "CHP niçin hiçbir seçimi kazanamıyor" diye şaşmaya ve kızmaya da devam edeceksiniz... Bu filmden de anlayamadıysanız, ediniz.
O yerlere göklere sığdıramadıkları Köy Enstitüleri var ya, onların yapımında da köylü zorla çalıştırılmıştı, masrafları da kendi cebinden karşılamak üzere!
Yol yapımı, keza... Birinci Dünya Savaşı'nda İttihatçılar'ın azınlıklardan oluşturdukları ve silah zoruyla işe koştukları "amele taburları" gibi...
"Kelebeğin Rüyası" adlı bu nefis filmi seyrediniz, başta "yalnızca yakışıklı bir dizi oyuncusu, hoş ve boş bir oğlan olmadığını" şakır şakır kanıtlayan Kıvanç Tatlıtuğ olmak üzere Mert Fırat, Belçim Bilgin ve Farah Zeynep Abdullah'ın oyunlarını alkışlayınız ve Yılmaz Erdoğan'a teşekkür ediniz.
Aradım taradım, filmde eleştirecek bir tek şey buldum: Behçet Hoca (Necatigil) o tarihte o kadar yaşlı değildi, o veremli çocuklardan azıcık büyüktü, 25 yaşındaydı.
Oscar kazanamasan da üzülme Yılmaz, Türk seyircisinin gönlünü kaçıncı kere kazandın. Yetmez mi?