Mersin Devlet Opera ve Balesi, "Özsoy" operasını sahneliyormuş.
Herhalde Mersin Mersin olalı böyle zulüm görmedi ve görmeyecek.
Tamamını kimse çekemeyeceği için de, özet halinde, tek perde!
Ertuğrul Günay çok efendi adam, ben Kültür Bakanı olsaydım sorumluları hemen görevden alırdım.
Çünkü "Özsoy" bir opera değil, bir kepazeliktir.
Yetmiş sekiz yıl önce Ankara'da oynanmış, bir daha da oynanmamıştır.
Şimdi Mersin'in kültür bürokratları bunu niçin yapıyorlar?
Kendilerince "Atatürkçülük etmek" için.
Özsoy'u Atatürk "ısmarlamış", yani emirle yazdırmış, librettosunu Münir Hayri Egeli adında çocuk romanları uzmanı bir adam kaleme almış, müziğini de piyano hocalarımızın yerlere göklere sığdıramadıkları Ahmet Adnan Saygun iki ayda bestelemişti. Bariton Bay Nurullah Şevket, sopranolar Bayan Nimet ile Bayan Semiha oynuyorlardı.
Özsoy, İran Şahı'nın Ankara'ya gelişi münasebetiyle "bak biz o kadar Batılılaştık ki operamız bile var" diyebilmek için sahnelenmişti...
Müziğini kimse bilmez, ha deyince en ateşli Saygun hayranı bile mırıldanamaz...
Konusu ve amacı mı? Acem Şahı'na atraksiyon... Başka hiçbir şey değil...
Özetleyelim: Hakan Feridun'un iki oğlu varmış... Birinin adı Tur, ötekinin adı Iraç... Bunlar birbirlerinden ayrılmışlar (şeytan ayırmış), ama yıllar sonra karşılaşıp kardeş olduklarını anlıyorlar.
1934 yılının Ankara Halkevi'ndeki ilk temsilinin oyuncuları, Tur adı geçince locada oturan Atatürk'ü, Iraç adı geçince de Şah Rıza'yı gösteriyorlar sahneden...
Hadi yürüyün be!
Meğerse Tur, kurt demekmiş, Iraç da arslan. Yani biri bizim önderimiz bozkurt oluyor, biri de İran arslanı Rıza...
Bunlardan Tur bizim dedemiz oluyor, Iraç da İranlılar'ın... Yani kurt ve arslandan gelen bu iki millet aslında aynı köktenmiş de kimsenin haberi yokmuş...
Bir Ural-Altay dili konuşan Türkler ile bir Hint-Avrupa dili konuşan Farslar meğerse aynı halkmış! Tıpkı, gene bir Hint-Avrupa dili konuşan Hititler ile, pardon, "Eti Türkleri" ile aynı halk olduğumuz gibi...
Hadi yürüyün be!
1934 yılında insan utanmayabilir böyle bir zırvadan, çünkü opera olduğu söylenen bu paçavra, o günün ırkçılık modasına uygundur. Dönem, Afet İnan Hanımefendi'nin, Mimar Sinan'ın Ermeni değil Türk olduğunu kanıtlayabilmek için mezar açıp kafatası ölçtüğü dönemdir.
Ama 2012 yılında insan utanır.
Mersin Devlet Opera ve Balesi, acaba şimdi de Ahmedinejad'ı yatıştırmak ve Suriye politikamıza taş koymamasını sağlamak için mi böyle bir gayretkeşliğe kalkışıyor?
Ne gezer... Akılları sıra Atatürkçülük ediyorlar ve tarihin çöp sepetinde kalması gereken, hem opera sanatı hem de cumhuriyet dönemi kültür hayatı açısından tam bir paçavra olan bu eser bozuntusunu ısıtıp piyasaya sürüyorlar.
İnsan biraz utanır.
Bu kafayla hiçbir seçimi de kazanamaz, o ayrı.
Bayramınız mübarek olsun.