Cumartesi günü bir yandan burnumu çekiyorum, bir yandan radyo dinliyorum. Saat dört suları...
Kuru ve acı bir soğuk hafta boyunca nefesimizi kesmiş, sonunda olanlar olmuş, bizi kuşlar gagalamış...
İki gündür otel odasına çakılmış kalmışız. Burun şarıl şarıl akıyor, ateş varla yok arası, kafam kazan gibi.
Burası Paris. Felekten bir hafta çalmaya gelmişiz, felek bizi tokatlamış.
Nostalgie FM yayını kesti, spiker çok üzgün bir sesle, "on dakika önce bize ulaşan bir haberi veriyorum" dedi, "Jean Ferrat artık aramızda değil..."
O da gitmişti demek ki... Önce Jacques Brel, arkasından Yves Montand, derken Georges Brassens, sonra Gilbert Becaud, Leo Ferre, Mouloudji, Charles Trenet, sonra Serge Reggiani... Şimdi de Jean Ferrat.
Yirminci yüzyılı yirminci yüzyıl yapan adamlar. Fransa'yı biraz daha Fransa yapan adamlar. Fransız "chanson" geleneğinin büyük isimleri.
Bizim Aznavour "ahparik" yaşıyor, o da tam seksen altı yaşında.
Biz Aragon'u Jean Ferrat ile tanıdık ve sevdik. Louis Aragon'un Fransızca'yı nasıl müthiş bir ustalıkla, nasıl derin bir duyarlıkla bir kuyumcu gibi işlediğini ondan öğrendik. Aragon'un şiirlerini kendisi besteler, kendisi söylerdi.
Jean Ferrat, asıl adıyla Jean Tenenbaum, babası Auschwitz'de öldürülmüş bir Yahudi çocuğu...
Seksen yaşındaydı.
Komünistti. Ama komünistin akıllı, dürüst ve yaratıcı cinsinden.
Hem tok, hem yumuşak, kendine özgü bir sesi vardı.
Fırça bıyıklı, uzun bembeyaz saçlı, suratı köşeli ve sert çizgili bir adam.
Bizim kuşağı bizim kuşak yapan ustalardan biri.
Artık bu tür entellektüel müzik üretilmiyor. "Protest" şarkıcı olarak da bir tek Renaud kaldı buralarda, anarşist hergelenin teki, ama "rock" yapıyor.
Aşk şarkıları bütün hızıyla sürüyor tabii ama "içerikli" şarkı yok. Çünkü "sol" yok. Saint-Michel, yetmiş iki çeşit fraksiyondan her türlü gözü karanın dolandığı o mahalle, çantacıları, hazır giyimcileri, ıvır kıvırcılarıyla Mahmutpaşa'ya döndü.
Saint-Germain, o dillere destan Saint-Germain, moda merkezi oldu. Les Deux Magots kahvehanesinde, Sartre'ın ya da Hemingway'in hayaletiyle karşılaşmayı uman birkaç Amerikalı, özenti uğruna kendilerini kazıklatıyorlar.
Açıldıkları zaman heyecan yaratan Fnac ile Virgin Megastore bile, bir süredir sırt çantası, anahtarlık ve bilgisayar oyunu satan birer "çocuk ve yeniyetme mağazasına" dönüştüler.
Amerikan kültür emperyalizmi, Avrupa'nın en sağlam kalesi olması gereken Fransa'yı bile teslim aldı.
Artık ne o Paris var, ne yirminci yüzyıl var, ne de eski biz varız.
Reggiani öldüğü zaman yakın bir akrabamı kaybetmiş gibi üzülmüştüm.
Şimdi Ferrat öldü, azıcık biz de öldük.
Cumartesi günü geç saatlere kadar bir yandan burnumu çektim, bir yandan Ferrat dinledim.
Nereden mi? Bilgisayarımdan. Türkiye'de yasak olan YouTube sitesinden.
Yirminci yüzyıl "buralarda" öldü canım... Türkiye'de, "postalcıların" gönüllerinde yaşıyor.
Google'ı da yasaklatmaya kalkmamışlar mıydı? Türkiye bir çağdışı yaratıklar bahçesi, bir "geçmiş yüzyıllar cenneti"...