Rigas'ı anlattık, kimse aldırmadı.
Ayşe'nin donunu yazsaydım bayılacaktınız, değil mi?
Ben gene kafama göre yazayım da anlayan okusun.
Rigas, bir "Osmanlı Anayasası" taslağı hazırlamış adamdı, hem de taa on sekizinci yüzyıl sonlarında.
Onun gibi başkaları da vardır. 1876 yılında Mithat Paşa yalnız değildi, yanında Kleantis Skalieris gibi, Kirkor Odyan gibi "azınlık aydınları" da vardı anayasa çalışmalarında... Çünkü istenen, aranan, tasarlanan bir "Osmanlı" anayasasıydı, yani bir imparatorluk anayasası... Bir Türk anayasası değil...
Mithat Paşa bu yüzden hep suçlanmış ve bu tutumu "yabancılarla işbirliği" gibi algılanmıştır. Anayasa peşinde koşanların "mason" olmaları da ayrı bir tepki kaynağı oluşturmuştur.
Bu Osmanlı Anayasası, bütün halkların eşit olması ilkesini gözetiyordu. Uygulanamadı. 1908 yılında yeniden yürürlüğe konulduktan iki sene sonra, azınlıklara vaat edilen haklar gene çiğnendi. (Haklar bir yana, cansız bedenleri de çiğnenmedi mi?)
Bu arada bir "altın çağ" palavrası üretildi.
Azınlıklar imparatorluk döneminde hayatlarından pek memnunlarmış, kahrolası emperyalizm onların aklını çelmiş, bizden koparmış... Gül gibi geçinip giderken kendileri kaşınmışlar, sonra da çok pişman olmuşlar...
Osmanlı'da azınlıklar bizimle eşit değillerdi, hayır! Kendileri sadece hoşgörülüyorlardı, "tolere" ediliyorlardı.
Hoşgörmek, katlanmak başka şeydir, eşit görmek başka şey.
Azınlık mensubu aydınlarımızın bu konuda seslerini yavaş yavaş yükseltmeye başladıklarını görüyoruz şimdi.
Herkül Millas'tan sonra geçenlerde Markar Esayan da bu konuya parmak bastı.
Bize diyorlar ki, "millet-i hakime" olmaktan vazgeçemediniz bir türlü!
Vazgeçemediğimiz gibi, tolere etmek bir yana, onları bir de yoketmeye kalktık. Cumhuriyet yönetimi, bu konuda Osmanlı kadar bile yumuşak davranmadı.
Büyük ölçüde başardı da! Bugün Türkiye'de kelaynak kuşu gibi birkaç yüz Rum, sesi soluğu çıkamayan birkaç bin Ermeni ve Yahudi kalmıştır.
Lakin, cumhuriyet, arzuladığı "homojen" topluma kavuşamadı. Tam başardık derken, görmek ve göstermek istemediği acı gerçeklerle birdenbire yüzyüze geliverdi:
Çünkü Kürt, ötekiler gibi boynunu bıçağın altına uzatmaya kolay kolay razı gelmiyordu!...
Hadi bakalım, bu işin içinden nasıl çıkacaksınız? Cini şişenin içine tekrar nasıl sokacaksınız?
Mümtaz Soysal'ın önerdiği gibi onları "tehcir" ederek, Suriye'ye göndererek mi? Talat'ı mı hortlatacaksınız?
Markar Esayan soruyor, "millet-i hakime olmanın konforuyla yüzleşmemiş herkese" soruyor: "Bir Ermeni'yle her şeyiyle eşit olmaya hazır mısınız? Bir kadınla, bir Çingene'yle, bir Tekel işçisiyle, bir Kürt'le..."
Hayır, değiliz. Osmanlı'da da değildik, cumhuriyette de değiliz. Osmanlı döneminde üstün olmakla övünüyorduk, cumhuriyette sadece "eşitmişiz gibi yaptık"...
Bizi affedin. Biz bu işin içinden çıkamıyoruz, çıkmaya çalışanı da tepeliyoruz.
Bu nedenle de, Avrupa Birliği'ne asla giremeyeceğiz.
Siz ne diyorsunuz, aramızdan "azınlıkların banka hesaplarına ve şirketlerine el koyma" planları yapan bugün bile çıkıyor yahu! Manyak ama gerçek. Serseri ama tehlikeli. Bir de kazara iktidara gelirse, yandı gülüm keten helva!