Onur Öymen ağzından bir laf kaçırdı, daha doğrusu CHP'nin kafa yapısını ve ideolojisini belki kendisi de farkına varmadan kabak gibi ortaya döktü ya...
Kemal Kılıçdaroğlu onu önce alkışladı... Belki de farkında olmadan. Belki de "otomatik"...
Sonra uyandı... Aman aman, Öymen neler demişti öyle?...
"Hemşerilerinin" gazabından korktu. Belki de, gerçekten solcu olduğu, Ankara'da tepiştiği ama henüz bir "Ankara memuruna" dönüşmemiş olduğu gençlik günlerini hatırladı...
Öymen'in istifasını istedi. Öymen hiç aldırmadı. Çünkü bir Kemalist'in CHP'den bu nedenle istifası gerçekten de gülünç olurdu. Öymen, tam da olması gereken yerdeydi! (İleride hoşluk olsun diye MHP'ye de geçebilir. Aralarında bir "fraksiyon" farkı vardır alt tarafı.)
Bazı Kürtler, bazı Aleviler ve bazı yazarlar Öymen'in üstüne çullandılar. CHP kuyrukçusu bazı yazarlar da Öymen'i korumaya çalıştılar. Onu "bizim çocuk" saydıkları için.
Deniz Baykal, işin tadının kaçtığını görünce, duruma el koydu.
Öymen'i yanına alıp "mesaj verdi"...
Bunun üzerine Kılıçdaroğlu sustu. Tövbe, susmadı, ağız değiştirdi. Kendi çıkardığı sorunu, "AKP-DTP işbirliği ve yandaş medyanın" üstüne attı. Çark etti. Geri bastı. Lafını yuttu. Tükürdüğünü yaladı. Ortalığı Öymen ve kendisi karıştırmışlardı ama CHP'ye "çirkin bir tuzak" kurulmuştu ne hikmetse... Devirdiği "Parvus Efendi" çamından sonra, bir saçmalık daha...
"Kimse tahriklere kapılmasın" diye Demirel tarzı boş laflar bile çıktı ağzından.
Çünkü, Deniz Baykal'ın tepesi atarsa, Kılıçdaroğlu bir daha milletvekili olamazdı!
Aforoz edilirse yanardı. Biterdi. Siyasi efendini kızdırmayacaktın.
Örneğin bir diğer vitrin süsü, Nurettin Sözen, bugüne kadar hiç ağzını açmış mıydı?
Hakçası, bu durumda, Kılıçdaroğlu'na düşen, basıp istifayı gitmekti. Milletvekilliğinden ayrılmayacaktı tabii, yalnızca partiden.
Baykal'a diklenmeyi bilebilseydi "kendi kamuoyunda" çok puan toplayacaktı...
Öymen'e "gereğini yap" diye efelenen adam, kendisi gereğini yapamadı!
Bu durumda, eğer sanıldığı gibi bir adam olsaydı, Kılıçdaroğlu'na düşen, Sarıgül'ün kuracağı partiye geçmekti: CHP Light...
Ne güzel, hem de partinin daha kurulmadan bir mebusu olurdu Ankara'da, bu tür şeylere çok önem veren Ankaralı arkadaşlar da "irdelerlerdi" uzun uzun...
Kılıçdaroğlu bunu yapamadı. Siyasi çapı yetmedi.
Cahil olmasaydı, ünlü Fransız özdeyişini, örneğin Adolphe Thiers'in 1871 yılında Paris Komünü'ne karşı uygulamış olduğu "reculer pour mieux sauter", yani "daha iyi sıçramak için önce geri çekilmek" ilkesini hatırlardı... (Fransa'da bulunmuştu, Fransızca bildiği varsayılıyordu üstelik, ama ne tarih biliyordu ne de siyasi tarih.)
Şimdi, eminim, ona "Gandhi Kemal" adını takmış ama okuyucu zorlanmasın diye Gandhi'yi de Gandi yazmış birçok zavallı "biz de seni bir şey sanmıştık be Kılıçdaroğlu" diye ağlaşmaktadır...
Bir şey olmadığını sekiz ay önce söylemiştim, bana kızmıştınız!...
"Halka inmiş görünmek" için çizme giyip çamurlara dalan, "halk otursa otursa burada oturuyordur" diye Kâğıthane'de kiralık ev tutan adam, genel başkanın "nasıl olsa kazanamaz" düşüncesiyle, "böylece daha fazla da sivrilmemiş olur" rahatlığıyla, kuyrukçu basının da baskısıyla, kendisi hiç mi hiç istemese de zorla belediye başkan adayı edilmiş adam, ne olacaktı?
Çıkmaz ayın son çarşambasında Çalışma Bakanı.
İstanbul'u Allah korumuş.