Okumak başka şeydir, yaşamak başka şey... "Hatırla Sevgili" dizisini televizyonda seyretmek başka şeydir, Adnan Menderes'in Osmanlıca konuşmalarını radyoda dinlemiş olmak başka şey... O konuşmaları kitapta okumak başka şeydir, onun hafif "kırık" ve "mızmız" sesini tanımak başka şey.
Yassıada duruşmalarını Mehmet Ali Birand'ın "Demirkırat" dizisinden izlemek başka şeydir, Beşiktaş'ta Yıldız Sineması'nda bilet alıp görmüş olmak başka şey... (Hayır, Dolmabahçe'den kalkan vapura binip gidip yerinde göremedim, yaşım tutmuyordu.)
Ayrıntı da herşeydir üstelik.
Ergenekon sanıklarına selam ve saygı göndererek "prim yapacağınızı" sanırsınız ama gençliğinizde Kızılay Meydanı'nda, 555 K olayında, yani beşinci ayın beşinci günü saat beşte Menderes'in yakasına yapışıp onu tartaklamış olmanız, halk kitleleri nezdinde yapacağı primi yapmıştır çoktan!...
Demokrat Parti üzerine yirmi tane kitap okursunuz, ama ilçe merkezinin kapısındaki parti bayrağının içiçe geçmiş D ve P harflerinin gözünüzün önünden gitmemesi başka şeydir. Celal Bayar'a Vikipedi'den bakıp hayatını öğrenirsiniz ama aynı harflerin onun bastonunun sapında da olduğunu bilmek, yaşamış olmakla mümkündür.
"Hula hup çevirme salgınını" duyup öğrenirsiniz belki, ama benim gibi onu sokağın ortasında bırakırsanız da üstünden araba geçerse, döktüğünüz gözyaşını elli yıl sonra da unutmazsınız. Bir daha alınmamıştır çünkü. Rengi koyu yeşildi.
Kulağınızdan gitmeyen şeyler de vardır.
Salim Başol'un "sanıklar getirildiler, bağlı olmayarak yerlerini aldılar, müdafiler haaazır" cümlesi gibi.
Zülfü Livaneli hatırlamış, daha önce çok yazdığım için önce "benden arakladı" sandım, sonra uyandım: Sanıkların duruşma salonuna "bağlı olmayarak" getirilmeleri o dönemin bütün çocuklarının zihinlerine çakılmış olmalı... Unutulamıyor.
Bu ses, her akşam haber bülteninden sonra tıpkı bir reklam kuşağı gibi verilen özel "Yassıada saatinde" duyduğumuz bu cümlecik, ölünceye kadar bizim kuşağın kulaklarında çınlayacaktır.
Bir bu, bir de "müdafiler haaazır" lafı tabii... "Avukatlar salonda bulunuyorlar" demek istiyor.
Fakat, "koskoca bir ağır ceza reisinin" dilini düzeltememiş, "hazır" yerine "haaazır" demekte ısrarlı olması, o dönemin Ankaralı memur ailelerinde yeterince ilgi uyandırmamış demek ki!
Neden? Salim Başol "bizden" olduğu için mi?
"Başol bunları asarsa, mükâfat olarak (ödül değil, mükâfat) ailesiyle birlikte Avrupa'ya gezmeye gönderilecekmiş" söylentisini hatırlar mı sevgili Livaneli? O zamanlar Avrupa'ya ancak Ayhan Işık ile Belgin Doruk giderlerdi, o da filmlerde...
Altay Ömer Egesel kimdendi, o da sizden miydi? Hani şu "karşıdevrimcilerin" idamını isteyen sert ki barut başsavcı?
Geçenlerde Menderes'in kırk sekizinci ölüm yıldönümü hatırlandı, yazılar mazılar yazıldı. Menderes'in asıldığı haberi, birinci sayfaların en dibinde tek sütun çıkmıştı gazetelerde. O hafta Karagümrük de Beşiktaş'ı 1-0 yenmişti, bu haber çok daha ayrıntılı işlenmişti. (Siyah-beyaz gol fotoğrafı konur, topun ayaktan nasıl çıkıp kaleyi nasıl bulduğu da, kesik kesik beyaz çizgilerle gösterilirdi.)
Otuz yıl sonra bunu yazdım, sitem ettim, aldığım tek tepki ne oldu, biliyor musunuz?
Bir kara kartal, "yeter artık, Beşiktaş düşmanlığından vazgeç" dedi bana, ferasetine kurban olduğumun memleketinde.
Şimdi Menderes asıldı diye timsah gözyaşları dökenlere, "bütün darbelere karşıyız" ayağı yapanlara bakıyorum da...
Bir darbe olsa da Tayyip Erdoğan'ı assalar, zil takıp oynamayacaklarına beni ikna edemezler.
Onları tanırız. Çünkü yaşamış olmak başka şeydir...
Seçim kazanıp iktidara gelmenin de çok çok başka bir şey olduğunu döne döne öğreneceklerdir.