Basketbol hayatım ortaokul birinci sınıfta başladı ve on beş dakika sürdü Nuri...
Bizi basket öğretmek üzere pota önüne toplayan Galatasaraylı ağabeyimiz ünlü Arap Cengiz, ilk dersi top atmaya ve tutmaya ayırmıştı. Top üzerime hızlı gelmiş olmalı ki, irkildim, kafamı yana çektim. "Çık dışarı," dedi Cengiz ağabey, "toptan korkan adam istemem."
O günden beri pek "hastası" sayılmam basketin, sıradan vatandaşlar gibi ancak milli maçları seyrederim, "uh ah dev adam" gibi hamasi saçmalıklara da kendimi fazla kaptırmadan... (Davul zurna çalmakla maç kazanılamayacağı görüldü.)
Öteden beri futbolun bir "kitle sporu" olduğu, oysa basketin "entellektüellere, özellikle üniversite mezunlarına seslendiği" söylenir Nuri...
Yeniçeri kılığına girmiş vatandaşları, çoluk çocuğa molalarda kakalanan gazoz ve gofret reklamlarını, hele Nuri'yi görünce pek öyle olmadığı anlaşılıyor! (Bana sorarsanız Slovenya ve Yunanistan maçlarını Nuri'nin yokluğu yüzünden kaybettik. Hiç olmazsa Ömer gibi faul atışı kaçırmazdı!...)
Baskette çok fazla kural var Nuri... Kurallar da çok karmaşık. Hakem sayısı da fazla. Hakem sayısı fazla olunca hakem hatası da fazla olabiliyor, "taraf tutma" da kolaylık kazanabiliyor. (Yediler bizi Nuri...)
Bir basket maçını "bilerek" seyretmek için epeyce "ders çalışmış" olmak gerekiyor Nuri...
Basket, "zorlama" bir spor Nuri... İnsan bedenine aykırı. Zıplama, yani yerçekimine karşı koyma güdüsüne dayanıyor, futbolda olduğu gibi bunun da "erkek cinselliğine ve saldırganlığına" dayalı bir libido temeli var ama (bir deliğe bir şey sokma isteği, saldırı, savunma, sakatlık geçirme yani yaralanma, sonuçta bir "seks ve savaş simülasyonu"), futbol çok daha "ergonomik"...
Çünkü geniş bir alanda koşma ve tekmeleme dürtüsü, dar yerde zıplama dürtüsünden daha doğal. (Hele voleybol, Amerikan üniversitelerinde kâğıt üzerinde, düşüne düşüne yaratılmış bir spor dalıdır, hepten zorlamadır.)
Basketbol, çok fazla, çok sık kesilen bir oyun Nuri... Süresi de kısa. Gerçi aralarla maralarla neredeyse iki saati bulabiliyor ama, onar dakikalık dört bölüm "tatmin edici" değil Nuri...
Yani, futbolda olduğu gibi seyirci kendini "kaptıramıyor"... Hele televizyondan seyretmek, ömür törpüsü. Vara yoğa aralara sokulan reklamlar, üreticiye de ürüne de küfür ettirmekten başka bir yarar sağlamıyor (üstüne alınma, sana asla küfür etmem Nuri)...
Maçın bitimine üç saniye kala mola alınabiliyor, ne "konsantrasyon" kalıyor ne bir şey... Saniyelerle oynanıyor, bu da insan yapısına, insanın doğal ritmine çok uygun değil Nuri...
Bir Amerikan sporu olduğu için, teknik terimler burada İngilizce (coach, pivot, rebound, smatch, block, bench), bu da basketin bir "entellektüel oyunu olduğu" yönünde bir izlenim yaratıyor Nuri... Oysa bir İngiliz sporu olan futbolda da öyle, hiç buna takılan yok Nuri (goal, foul play, out, touch, corner, penalty)...
Laf aramızda, basketi icat eden de James Naismith adında bir Amerikalı. Durduğu yerde uydurmuş. Voleybolu icat eden de William Morgan, bu bilgileri de Google'dan arakladım, yersen Nuri...
Ben üniversite mezunuyum ama her zaman "tepiklemekten" yanayım, kusura bakma Nuri...
Yani kitleyle bütünleştim sayılır Nuri...
Bayramınız mübarek olsun efendim. Senin de Nuri...