Okuyacağınız ilgisiz bir bayram yazısıdır efendim, böyle konulara ancak bayramda seyranda, "boş" günlerimizde girebiliyoruz...
Bendeniz gündemden sıkılınca tarihe dalarım.
Siz de öyle yapınız.
Bu sefer de Haçlı Seferleri'ni inceliyordum... Salah-üd Din-i Eyyubi'nin Kürt olduğunu anlayıp çarpıldım (amcası Şirkuh, babası da Necm-üd Din Eyyub, ya da bildiğimiz Necmettin Eyüp)... Bize Türk olduğunu öğretmişlerdi...
Derken Niğbolu'ya geldim. 1395... Bu savaş, tarihçiler, özellikle konunun en büyük uzmanı Steven Runciman tarafından "son haçlı seferi" olarak kabul ediliyor. (Bu seferlerin "bizim" tarafımızdan, yani Müslüman cephesinden nasıl göründüğünü öğrenmek için de Amin Maalouf'u okuyacaksınız.)
Birden hatırladım: Niğbolu'ya Enguerrand de Coucy de katılmıştı.
Paris'e giden Türk gezginleri bir gündüzlük boş vakit bulur, Galeries Lafayette alışverişinden ve Pigalle kaçamaklarından başlarını alabilirlerse, kuzeye, Compiegne taraflarına çıksınlar... Trenle kırk dakikalık yoldur... Şatoyu, kasabayı, sonra çok yakınlarda bulunan Pierrefonds şatosunu da gezsinler ("Merlin" dizisi orada çekilmiştir)...
Onun hemen kuzeyinde de Coucy şatosunun yıkıntıları...
Bu şatoyu ve onun sahibini gene ünlü tarihçi Barbara Tuchman pek güzel ve pek ayrıntılı anlatır.
İsimleri verdim ki meraklısı Google'dan baksın, daha da meraklısı kitapları alsın okusun, hiç mi hiç merak etmeyen de bana kızsın, memleket elden gidiyor, herif oturmuş neler anlatıyor...
Bayram günüdür efendim, kusura bakmayacaksınız.
Niğbolu'da Yıldırım Bayezid'in, haçlıların yaptıkları vahşete duyduğu tepki olarak, üç bin kadar esirin kafasını kestirdiği söylenir...
Fakat önemli esirlerin canını bağışlamış. Kurtulmalık (fidye) almak amacıyla. Bu çok yaygın bir ortaçağ geleneğidir.
Bizim sipahilerin gürzlerini "yektir Allah yek" nidasıyla sallayıp "çıtank çıtonk" sesleriyle zırhlarını delip telef ettikleri Fransız soyluları arasında Guillaume de La Tremouille, Philippe de La Tremouille, Jean de Cadzaud, Jean de Vienne falan var.
Niğbolu'da Yıldırım'ın eline düşen Fransız şövalyelerini de açıklıyorum: Jean de Nevers, Guy de la Tremouille (bunlar ailece gelmişler anlaşılan), Enguerrand de Coucy, Comte d'Eu, Comte de la Marche ve de Mareşal Boucicaut, evet bir mareşal...
Bu heriflerin arasında bulunan Jacques de Helly, Türkçe bilirmiş! Nereden ve nasıl öğrendiyse...
Padişah bu adamı Fransa'ya göndermiş, git demiş, bilmemkaç bin altın topla getir, arkadaşlarını salıvereyim...
İki yıl sonra, De Helly paralarla dönüp gelince serbest bırakılmışlar.
İki yıl boyunca da Bursa'da konuk edilmişler!
O zaman aralığı, bir yazar için bulunmaz nimettir, üret üretebildiğin kadar. Filmi bile yapılır. Beyazıt Öztürk ile Levent Kazak oynasınlar, Haluk Bilginer padişah...
Fakat benim en çok ilgimi çeken şu: Fransız şövalyeleri Bursa'ya getirildikleri zaman, bunları yıkayıp paklamak üzere hamama götürmüşler, hamamotuyla kıllarını dökmüşler, bir güzel keseleyip sabunlamışlar... "Keferenin kirleri çıksın, bitleri kırılsın" diye...
Sonrasını düşünmek bile istemiyorum.
Tarih tutmuyor ama, hani aralarında Galatasaray Lisesi'nin birkaç öğretmeni de olsaydı ne gülerdik... Charles Zemor'u göbek taşında düşündüm de... Tellak İbrahim, "de kıpraşma lan" deyip duruyor...
Fransızca'dan hep kırık not çeken Galatasaraylı kardeşlerim, intikamınız bir mübarek bayram günü
şu ağabeyiniz tarafından böylece alınmıştır.