Artık kanıksandığı için pek gürültü koparmıyor... Doğal karşılanıyor, Türkiye'nin çok çeşitli, birbirinden ilgisiz yerlerinden neredeyse günaşırı "gizli silahlar" çıkması...
Fakat bu kanıksamanın iyi tarafı da, artık "Ergenekon diye bir örgütün varlığına inanmıyorum" diyebilenlerin ya tescilli faşistlerle ya da tescilli ahmaklarla sınırlı kalmasıdır.
Ele geçirilen silahların bir kısmı, yol kenarına, çöp tenekesine atılan, torba içinde ya da öylesine, yağlı çaputa sarmaya bile gerek görülmeden denize bırakılan silahlardır. Gözden çıkarılmış mallar: "Birileri" onlardan kurtulmaya çalışıyor.
Bir kısmı da gömülü bulunuyorlar. Bunlar da "hin-i hacette" kullanılmak üzere saklanmış olanlar.
Bunlar, kontrgerillanın gizli silah depolarıdır.
"Hükümetin açılımlarını beğenmeyip dağa çıkmayı düşünenler" acaba bu depolardan da yararlanmayı mı umuyorlar?
Bu silahlar yalnızca tabanca tüfek değil... İçlerinde el bombası, "boru tipi" ve "cam şişe" bomba, dinamit lokumu, roketatar da var... Zaman ayarlı fitiller, uçaksavar mermileri, hatta "denizaltı işaret fişeği" bile var! Mayın da var, elektrikli kapsül de, plastik patlayıcı da. "Kamuflaj kremi" bile var, yerli Rambo adayları için.
Bunlar pek öyle adam vurmakta kullanılacak, sıradan suikast malzemesi değiller.
"Düzenli orduya karşı" iş görecek, profesyonel malzeme...
Artık herkesin bildiği gibi, kontrgerilla örgütü, olası bir düşman işgalinde direnişi yürütmek üzere kurulmuştur. Hesapça.
Ortalıkta düşman işgali olmadığından, özellikle yetmişli yıllarda, Amerikan gizli servislerinin direktifleri uyarınca, darbe ortamı yaratmak için çalışmıştır.
Bülent Ecevit'e ateş etmenin ne tür bir rezillik olduğuna da şimdi örgüt üyeleri karar versinler bakalım!
Yetersiz kaldığı durumlarda Amerikan tetikçileri "bizzat" gelerek halka ateş açmayı tercih ettiler: 1 Mayıs 1977 günü Taksim'de kalabalığa ateş eden Amerikan ajanları, Türk kontrgerillası tarafından Yeşilköy'de özel bir uçaktan alınarak Taksim'de otele getirilip ağırlanmışlar, eylem bitince gene götürülüp uçaklarına bindirilmişlerdi... (O günlerde çok kıymetli sayılan viski, yabancı sigara ya da Nescafe gibi hediyeler de getirmişler miydi acaba?)
Sorun bir kontrgerilla örgütünün varlığı değildir yalnızca.
Sorun, bu örgütün, kendi kuruluş felsefesini, yani "esas olarak" komünizme karşı savaşmayı bırakıp (komünizm mi kalmıştır?), kendi kafasına göre takılmaya başlaması, "kendi kontosuna iş tutmaya" kalkmasıdır...
Hem de, sebeb-i hayatı ve efendisi olan Amerika'ya danışmadan, tam tersine, Amerikan çıkarlarına taban tabana zıt, Amerika'ya "rağmen" ve "karşı" iş yapmaya kalkması...
NATO'dan çıkıp Avrasya ittifakı peşinde koşmaya hazır, hayalci bir ekibin taşeronluğuna soyunması...
Bu ekip, Enver Paşa ve arkadaşlarının doğrudan mirasçısı olduğu için, en az onun kadar hayalci, onun kadar ayakları yere basmayan, "maceraperest" bir ekipti.
Bu ekip her şey olabilir, ama "Atatürkçü" asla...
Türkiye'yi ateşe atacaklar, sonu belirsiz bir serüvene sürükleyeceklerdi, önlendiler.
Amerika artık müttefiklerinde faşizm istemediği için, hiçbir şansları kalmadı.
Nasıl Enver Paşa yirminci yüzyıl başlarının dünyasını doğru okuyamadıysa, onlar da yirmi birinci yüzyıl başlarının dünyasını doğru okuyamadılar.
Sonuçta okudukları "Çılgın Türkler" falan gibi hamasi macera romanlarından başka bir şey değildir ki...
İsterseniz Cumhuriyet gazetesiyle Kavgam'ı da katınız, kitaplık zenginleşsin.