Başkan Obama'ya yakın Amerikan basınının bugünlerde en sevdiği konu Ortadoğu'daki yeni Amerikan müttefikleri, yani Kürtler.
"Ilımlı, Amerikan yanlısı, demokrasiyi içselleştirmiş" bir grup olarak değerlendirilen Kürtlerin Kobane'de IŞİD'e karşı gerçekleştirdikleri savunma Amerikalılar için bulunmaz bir nimet oldu. Irak'ta Peşmerge ve merkezi hükümetin desteği ile IŞİD varlığını geriletmeye çalışan Obama yönetimi, Suriye'de ise karışık muhalefet grupları arasında PYD'nin iyi iş çıkardığını düşünüyor. PYD hem IŞİD'le "sembolik" bir savaşa girerek IŞİD militanlarının toplu bir şekilde bir bölgeye toplanmasına ve hava saldırıları ile ağır zayiatlar vermesine neden oldu. Diğer yandan ise Obama'nın kaybettiği seçim sonrasında "IŞİD'in ilerleyişini durdurduk" propagandası için iyi koz verdi.
Amerikalılar Kobane'de "bir kereliğine" PYD'lilere yardım ettiklerini söyleseler de ABD yönetimine yakın kaynaklar Suriye'deki Kürtlerle ilgili daha büyük bir oyun planının peşinde olduklarını saklamıyorlar. Buna göre PYD'nin Suriye'nin kuzeyinde ilan ettiği kantonlarda güçlü bir silahlı kuvvet bulundurması ve buralarda güvenli bölgeler yaratması ABD yönetimi tarafından Türkiye'nin önerdiği "tampon bölge" teklifine alternatif olarak sunuluyor.
Beyaz Saray yetkililerinin Başkan Yardımcısı Biden'ın uçağından yaptıkları açıklamada da benzer bir "ara çözümün" Özgür Suriye Ordusu ile ilgili olarak da öne sürüldüğü görülüyor. Beyaz Saray, "eğer güçlü bir Suriye muhalefeti olursa zaten Esad'a ve IŞİD'e karşı başarı elde edecekleri için Suriye çatışmasıyla Türkiye arasında kendiliğinden bir tampon bölge oluşur" diyorlar. (Tabi daha Obama'nın Kongre'den muhalefetin eğitimi için istediği kaynak geçmediği gibi muhalefetten kimlerin eğitileceğiyle ilgili alım işlemi başlamış bile değil. Aynı zamanda Halep'te de ÖSO'nün büyük zayiat verdiği biliniyor)
Bu tabloya baktığımızda ABD tarafı Türkiye'nin PYD ile geçmişte olduğu gibi daha fazla iletişim kurmasını, İncirlik Üssü'nü ABD operasyonları için kullanıma açmasını ve aynı zamanda Suriye muhalefetinin eğitimi konusunda da ev sahipliği yapmasını istiyor. Karşılığında ise Türkiye'nin istediği hiçbir şeyi vermeye yanaşmıyorlar. Onlara göre Türkiye önce en yakın müttefikini acil IŞİD tehdidi konusunda desteklemeli. Esad meselesi ise ikinci aşamada ele alınmalı.
Türkiye tarafı ise tüm bunları gerçekleştirmekte bir sorun görmediğini fakat stratejinin yanlış kurularak sadece IŞİD'in hedef alındığını, aslında asıl hedefin Esad ve IŞİD olması gerektiğini söylüyor. Bir yandan ABD'nin PYD ile kurduğu gayrı resmi ilişki ise barış sürecine zarar vereceği gerekçesiyle Ankara'da büyük bir rahatsızlık yaratmış durumda.
Amerikalılar ise PYD ile kurdukları ilişki karşılığında PKK üzerinde büyük bir güç sahibi olduklarını, Suriye'nin kuzeyinde, Irak'ın kuzeyinde olduğu gibi bir istikrar adası olabileceğini düşünüyorlar. "Biz bu işte olduğumuz sürece barış süreci devrilmez" modundalar. Bunun da ne kadar gerçekçi olduğu bir soru işareti.
Sonuç olarak Obama yönetiminde uzun süre görev yapmış Vali Nasr'ın "The Dispensable Nation" adlı kitabında anlattığı noktaya geliyoruz. Obama, müttefiklerinden hep bir şeyler isterken karşılığında hiçbir şey önermiyor. Bu da bir "çözümsüzlük" durumu yaratıyor.
Bugün Washington Post'a bir yazı kaleme alan ve Obama'nın 2 yıl boyunca dış politika alanında özel yardımcılığını yapmış olan Dennis Ross'un dediği gibi, Suriye'de bir "uçuşa yasak bölge" ilan edilmemesi durumunda Özgür Suriye Ordusu'nda geriye kalan birliklerin de IŞİD'e katılması ihtimali artıyor. Yani yakın zamanda Suriye'de Türkiye dahil hiç kimsenin çalışamayacağı gruplar olabilir ve herkes Esad ve IŞİD arasındaki bir seçime mahkum olabilir.
Eh, Esad da başından beri buna oynuyordu zaten…
ragip.soylu@sabah.com.tr
@ragipsoylu