Birbirine benzeyen onlarca gazetenin olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Gazeteler geçen Ekim ayında boyutlarını küçülttüklerinde kamuoyu yoklaması yapma ihtiyacı bile duymadılar. Küçülmenin en önemli nedeni kağıt masrafını azaltmaktı. Okuyucuya kolaylık sağlamak ise bunun meşrulaştırıcısı olarak sunuldu. Genel yayın yönetmenleri değişikliği gururla sundu. Hizmet sunduğunuz kitleyi umursamıyorsanız, neyle gurur duyuyorsunuz ki?
Türk medyasında kalite olmadığı gibi, medya kritiği de yapılmıyor. Medya siteleri olarak geçen paçoz, Türkçe dil bilgisinden yoksun, küfürbaz ve tabloid mantığın egemen olduğu alanlarda da ancak gogygoyculuk yapılıyor, geçmişte yaşanmış kavgaların hırsları tatmin ediliyor. "Sektör nereye gidiyor, hangi gazete ne kadar zarar ediyor, tiraj rakamlarıyla ilgili bir sahtekarlık yapılıyor mu, 10 yıl sonra nerede olacağız ?" gibi soruların yanıtını ise kimse düşünmüyor. Çünkü genele göre tiraj 5 milyon adet ve sonun gelmesine daha çok var. Çoğunluğun maaşları halen zamanında yatıyor ve gerisini pek düşünmek istemiyorlar. Evet, "sadece gazetecilik yaptığını" düşünenlerin eve ekmek götürmekten fazla dertleri yok. Nihayetinde herkes birer işçi.
Medya medyayı haberleştirmeli
Peki bizim yapamadığımız bu işi gazeteciliğin öncüleri nasıl gerçekleştiriyor? İngiltere'de Press Gazette adlı medya sitesi ve gazetesi uzun yıllardır medya haberlerinin derlendiği ve analiz edindiği ciddi bir yayın kuruluşu. Daha çok Türkiye'de bu işi yapmakla ün yapmış olan Medyatava'nın yeni tasarımı da oldukça bu web sitesini andırıyor. Aralarındaki fark ise Press Gazette'nin imzalı ve ciddi bir haber diliyle derinlemesine yayın yapıyor ve kağıda basılıyor olması. ABD'de özellikle New York Times ve Wall Street Journal medya haberleri konusunda blog ve "media desk"leri ile medyadaki gelişmeleri bazen büyük tartışmalar yaratacak şekilde araştırıyorlar. Çünkü medyanın kendisi de bizzatihi haber değeri taşıyor ve hızlı bir teknolojik dönüşümün karşısında yaşanan değişimler de anlatılıp konuşulmaya muhtaç. En önemli farkları ise kendi gazetelerindeki işten çıkarmaları ve satın alma çabalarını da soğuk kanlı bir şekilde haberleştiriyor olabilmeleri. Medya içinde üretilen bu haberler ise geleceği belirleyen bir perspektif yaratıyor. Medya kendi hataları, eksiklikleri, gelecek tasavvurlarını bu tartışmaların doğası içerisinde sağlıklı bir şekilde ele alıyor.
Türkçe bilmeyen gazeteci nasıl eleştirecek?
Mesleğe ilk adım attığım günden bu yana en derinden hissettiğim şey hayal kırıklığı oldu. Çevremdeki çoğunluğun idealizmden yoksun, böyle gelmiş böyle giderci, sorgulama ve yorumlama yeteneğini kullanmaktan vazgeçeli yıllar olmuş kimseler olması gazeteciliğe olan sevgimi buruk bir şekilde azalttı. Benim için gazete demek, kamuya, demokrasiye hizmet etmekti. (Hala da öyle) Tüm dünyada gazetelerin hayatta olmasının bir nedeni de kamuoyunu bilgilendirmek. Haber gazeteler öldükten sonra da orada olacak ve gazeteciler yaşamaya devam edecekler. Dolayısıyla onların işleri hep halkı bilgilendirmek olacak. Bunu sağlamak için meraklı olmanız lazım. Medya nereye gidiyor, değişime nasıl ayak uyduracağız meselesini dert edinmek gerekiyor. Fakat gazetelerimiz ve gazetecilerimiz meraklı değil. En kötüsü de Türkçe bilmiyorlar.
"Tarafsızlık" masalı
Türkiye'de gazetecilik denince akla gelen "tarafsızlık" masalının artık birer klişe olduğunu herkes kabul etmeli. ABD'de New York Times'ın, İngiltere'de The Telegraph'ın, Fransa'da Le Monde'un, Almanya'da Die Welt'in her zaman bir ajandası ve politik olarak yakın olduğu bir grup oldu. Bu ülkelerde tarafgirlik eleştirisinin bu yüzden çok güçlü bir destekçi kitlesi yok. Çünkü doğası gereği yayın organları "tarafgir" olmaya yatkındır. Kamu çıkarından yanaysanız bile "tarafgir"sinizdir, çünkü bireyin değil genelin çıkarını güdersiniz. Türkiye'de bu mesele uzun yıllar medyanın itibarını dizginlemek için kullanıldı. Medyaya duyulan güvenin az olması bir anlamda demokrasinin sağlıksız bir yola girmesine de neden olabilir. "Yalancı medya" imajı ise tabiyatiyle yolsuzluk yapan siyasetçinin ve vatandaşın işine oldukça geliyor. Bana kalırsa Türkiye'de ve Batı'da ana sorun hep "tarafgirlik" değil, adil olamamaktı. İngiltere'nin önemli dergilerinden The Spectator'da 1932-1953 yılları arasında editörlük yapmış olan Wilson Harris, 1943 yılında yazdığı "The Daily Press" adlı kitabında bir gazetecinin tarafsız olamayacağını fakat adil olmak zorunda olduğunu ifade ediyor. Aradan 70 yıl geçmesine rağmen bu tanım medyanın geneli için halen doğru.
Okuyucu temsilcisini kim takar?
Türkiye'de "adil" görünmek adına tutulan gazetelerdeki Ombudsman yani okuyucu temsilcileri ise gazeteye hiçbir yön vermedikleri gibi editörler tarafından da dikkate alınmıyorlar. Köşe yazarları gazeteyi okumuyor, editörler ve yazı işleri de okumuyor. Okuyucu temsilcileri yazı işleri toplantılarına katılmadıkları için görüşlerini sadece kağıda yazan ve dolayısıyla okuyucuya ihtiyaçları olmadığı "etik" dersleri veren işlevsiz bir konumdalar. Gazeteyi okuyan tek kesim muhabirler. Çünkü haberlerinin çıkıp çıkmadığını en çok merak eden onlar.
Türkiye'de medya üzerine tartışmıyoruz, yaptığımız tek şey dedikodu. Ciddi ciddi gazeteleri, kanalları, web sitelerinin büyüme rakamlarını, sorunlarını ve özelliklerini takip edecek gazetecilerimiz yok. Bu yazı bu eksikliği tamamlamak için ilk adım olsun.