Bu ayın 12'sinde HSYK seçimleri yapılacak. HSYK yargının yönetimiyle sorumlu, hakim ve savcıların terfi ve disiplin konuları hakkında karar veren bir organ. Türkiye'de savcılar da hakimler gibi bağımsız addedildiklerinden dolayı aynı kurumsal yapı içinde değerlendiriliyor. Muhtemelen Türkiye'ye özgü bir anlayış bu.
İşte seçim böyle bir kurum için yapılıyor. Kurum 22 üyeden oluşuyor. Adalet bakanı ve müsteşarı "ad hoc" üye. Cumhurbaşkanı dört üye seçiyor. Bir üye Adalet akademisinden seçiliyor. İki üye Danıştay ve üç üye Yargıtay tarafından seçiliyor. Geriye kalan on üye ise ilk derece hakim ve savcıları arasından seçiliyor.
Meclis'in bu seçimde herhangi bir rolü bulunmuyor. Halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanı ise sadece dört üyeyi seçebiliyor. Yargıtay, Danıştay, Adalet Akademisi ve ilk derece hakim ve savcılardan gelen üyeler doğrudan seçiliyor. Yani demokratik temsil organları üzerinden bu seçimlerin meşrulaştırılması söz konusu değil. Bunun demokratik meşruiyette ciddi bir açığa yol açtığı görülüyor. 2010 öncesine göre daha olumlu bir düzenleme olsa da, Avrupa standartları açısından bir sorun olduğu çok açık.
Yirmi iki HSYK üyesinin on yedisi yargıçlık mesleğine mensup. Buna ilişkin ortak bir Avrupa standardından söz edilemese de, Venedik Komisyonu raporları bakımından bunun bir sorun olduğu söylenebilir. Zira komisyon görüşüne göre önemli bir sayının yargıçlardan olması olumlu sayılır. Ancak bunun üçte iki gibi bir rakama ulaşması kişisel menfaat algısı, kendini koruma ve kayırma gibi sorunlara yol açar. Türkiye'deki bu HSYK yapısı Venedik Komisyonu ölçütlerine göre orantısız temsil örneklerinden biri sayılır.
Çok önemli bir nokta da yargıçların hesap verilebilirliği meselesi. Mevcut HSYK yapısında belirli bir yapının orantısız temsil edilmesi durumunda kurumun hesap verilebilirlik ihtiyacına cevap vermesi pek mümkün olmadı. HSYK kurulduğundan beri devam edegelen bu sorun, 2010 Anayasa değişiklikleriyle de giderilemedi. Oysa yargının bağımsızlığı, onun topluma ait egemenlik ilişkisinin dışında düşünülemez. Hesap verilebilirliği olmayan yargı, yargı olmaktan çıkar.
Son nokta ise yargının hiyerarşik ve katı merkeziyetçi yapısıdır.
Bir kurumun katı hiyerarşik ve merkeziyetçi bir şekilde örgütlenmiş olması, bu kurumu sahip olduğu yetkiler oranında iktidar mücadelelerinin merkezine yerleştirir. Yargı gibi, metafizik referansları da bulunan, siyaseti dizayn etme ve hatta hükümetleri düşürme potansiyeli bulunan, buna karşın kapalı ve hesap verebilir olmayan bir mekanizma, elbette iktidar arayışındaki her türlü örgütlü yapı için bir cazibe merkezidir.
Toplumsal onay, iş yükünün azaltılması, bireysel kariyer planlamaları için Yargı, motivasyon olmaktan çıkar. Hatta ontolojik olarak yargıçlık yapması gerekenler, yargıçlık mesleğinden uzaklaşır ve yargı mekanizması bütünüyle iktidar mücadelelerinin oyun alanına dönüşür.
Türkiye'nin en gizli ve kapalı örgütü olan Gülen Hareketi bu yüzden yargıda örgütlendi ve kilit noktaları ele geçirdi. Ne var ki hiç bir zaman meşruiyet kazanamadı. 17 ve 25 Aralık hamlelerinden sonra diğer kurumlarda kaybettikleri gücü telafi etmek için yargıdaki seçimleri kazanmak zorundalar.
Bu seçim, Yargının kendi gücü ve imkanlarıyla Gülen Hareketi gibi tehlikeli ve karanlık yapıları tasfiye edip etmeyeceğini gösterecektir.
Ama sonuç ne olursa olsun, yargıda reform ihtiyacını şimdiden aşikar görünmektedir.