Geçtiğimiz Pazar günü başlayan ABD-Türkiye arasındaki vize krizi yumuşayarak devam ediyor. Bu kriz ilk kez iki ülkenin karşılıklı olarak vize başvurularını askıya almasını içeriyor. Ancak pazartesi günü Amerikan Büyükelçiliği, acil insani ve sağlık durumlarında vize başvurularını alacaklarını açıkladı.
Açıkçası taraflar arasında bir gerilim olduğu bir süredir aşikar. Bu gerilimin temel olarak tek başlıkta özetlenebilecek bir sebebi var: Fetullah Gülen ve örgütüne yönelik Türkiye'nin yaklaşımı ve beklentileri ABD'ninkilerle hiç örtüşmüyor, daha da ötesi Ankara 15 temmuzda kendilerini devirmekle kalmayıp öldürmeye teşebbüs eden bu yapının ve liderinin ABD tarafından korunup kollandığını hatta kontrol edildiğini düşünüyor. ABD ise bu düşünceyi gidermek için hiçbir adım atmadığı gibi Fetullah Gülen'in iadesi konusunda da pek umut verici konuşmuyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın korumaları hakkında çıkan tutuklama kararı da, Rıza Sarraf ve Halk Bankası Genel Müdür yardımcısının ABD'de tutuklu bulunması da, eski Bakan Zafer Çağlayan hakkında çıkan tutuklama kararı da hep bu üst başlık krizinin gölgesinde gelişen olaylar.
Esasen vize krizinin sebebi de aynı başlığa işaret ediyor. İstanbul'daki başkonsoloslukta görevli Metin Topuz adlı şahıs kısa süre önce Fetullah Gülen örgütü ile bağlantılı olduğu gerekçesi ile tutuklanmıştı. ABD kendi misyonlarından birinin bu şekilde tutuklanmasına itiraz ediyor ve avukatları ile görüştürülmediğini söylüyordu. Halbuki avukat ile görüşme talebinin çok geç gittiği ve Türk yargısının bu konuda herhangi bir zorluk çıkarmadığı anlaşıldı. Zira talep gittikten bir gün sonra görüşme gerçekleşti. Öte yandan Türkiye sırf ABD konsolosluğunda görevli diye kimseye ayrıcalık tanınamayacağını şayet ciddi iddialar varsa yargının bunları değerlendireceğini söylüyor ve bu şahsın Gülen örgütünün en önemli isimlerinden savcı Zekeriya Öz ile görüştüğünün fotoğraflı belgelerini sunuyor.
Kısacası Türkiye ABD'ye 'benim bağımsız yargım var' diyor. Washington ise Türk yetkililerin sürekli olarak kamuoyunun önünde Amerika'nın tutumuna yönelik sert sözler sarf etmelerinden rahatsız. Evanjelist bir rahip olan Brunson'ın Türkiye'de tutuklu olması da aynı konu başlığının başka bir ögesi. Brunson Fetullah Gülen Örgütü ile bağlantılı olduğu gerekçesiyle tutuklandı ve Trump her görüşmesinde Erdoğan'a bu papazı hatırlatıyor çünkü önemli bir tabanı temsil eden bir din adamının bir müttefikinde tutuklu bulunması onun Washington'da elini zayıflatıyor. Ancak bu talebi bu kadar önemseyen ABD yönetimi Türkiye'nin Gülen konusundaki hassasiyetini anlamamakta direniyor.
Öte yandan iki ülke ilişkileri spesifik meselelere kurban edilemeyecek kadar eski, köklü ve önemli. Zaten krizin aşılması için iki taraf da ciddi gayret sarf ediyor. Washington'dan bu hafta başı Türkiye'ye gelen bir heyet başka konuların yanında vize krizini de sonlandırmak için görüşmeler yapıyor. Beyaz Saray'dan geçen hafta yapılan açıklamada ilişkilerin önemine vurgu yapıldı. NATO bir an önce normale dönülmesini istiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise bilinçli bir şekilde krizi büyütmemek adına meseleyi büyükelçi düzeyinde tutmak istiyor.
Tabii iki ülke ilişkilerinin geldiği nokta kritik. Şimdiye kadar yaşanan en kritik kriz denebilir ama unutulmamalı ki Suriye ve Irak ciddi bir yarılmanın eşiğinde. Kerkük'te Irak ordusu Barzani'nin güçlerine karşı harekete geçti. Suriye'de Türkiye ve Rusya İdlib'de ortak operasyonda korumacı güç olarak yer alıyor. ABD her ne kadar 'artık Ortadoğu önceliğim değil' dese de en önemli müttefiki olarak Türkiye'ye böyle bir dönemde ihtiyaç duyuyor. Ankara'yı kaybetmeyi göze alamaz. O nedenle krizin yavaş yavaş çözüleceğini ve sorunlara rağmen müttefiklik ilişkisinin devam edeceğini öngörebiliriz…