Türkiye dışarıdan anlaması hayli güç dinamiklere sahip bir ülke. Zira bakıldığında İslam dünyasında laik, demokratik bir devlet kurmayı başarmış, çok iyi bir örnek, Batı ile ilişkileri iyi, AB üye adayı, ABD için köprü olarak da, askeri olarak da, demokrasi olarak da vazgeçilmez bir müttefik. Ortadoğu'nun en etkili güçlerinden biri.
Tüm bunları alt alta sıralayıp Türkiye'deki mevcut siyaseti ve gelişmeleri sağlıklı işleyen bir Batı demokrasisindeki gibi analiz etmeye kalkarsanız çok yanlış yerlere gidersiniz. Sizi yanlış yere sürükleyecek olan temel dinamik de siyaset kurumunun yapısıdır.
Maalesef Ak parti iktidarlarının ilk yılları da dahil olmak bu kurum çok zayıftı Türkiye'de. Devleti idare edenler siyasetçiler gibi görünüyordu halbuki siyasetin alanı ordu ve yargı bürokrasisinin belirlediği kadardı. Devletin hem ultra laik, hem de ırkçı bazı sınırlamaları vardı ve siyasetçinin bu sınırlara uymadığı düşünüldüğü an sistem o siyasetçiyi ya darbeyle, ya muhtırayla ya da yargı yoluyla devirirdi.
O nedenle dindarlar, Kürtler, Aleviler, Ermeniler, Rumlar kısacası laik hayat tarzına sahip Sünni Türkler dışındakilerin kimliğini ön plana çıkarması müsaade edilmeyen bir cumhuriyetti Türkiye. Buna karşı çıkanları idamla, hapisle ya da sürgünle cezalandırdılar. Ama dışarıdan bakınca Batılı görünümlü iktidarların geldiği, seçimlerin şeffaf bir şekilde yapıldığı bir ülkeydi burası.
Bu sistemi kökünden değiştirmek için ilk cesur adımı Ak parti attı. İktidara geldiği 2002 yılından itibaren ordu ve yargıda ciddi bir rahatsızlık uyandırdığı malumdu, nitekim hem 2007'de ordunun cumhurbaşkanlığına müdahil olmak için Genelkurmay Başkanının açıklama yapması hem de 2008'de açılan kapatma davası sistemin bu partiye savaş açtığını net bir şekilde gösteriyordu.
Ancak Tayyip Erdoğan seleflerinden farklı olarak bu vesayet sisteminin içinde 'survival kit' hazırlamak yerine sistem ile mücadele etmeyi, onu dönüştürmeyi tercih etti. Bu hiç kolay değildi, çünkü devletin içinde güvenebileceği kadro yoktu. Tüm yargı ve ordu çevreleri kendisine karşı idi. Bu darbeci güçleri alt etmek için kadro olarak Fethullah Gülen'in elemanları dışında herhangi bir alternatif söz konusu değildi. Bu kadrolar aynı vesayetçi güçlerin mağduru olmuş, benzer İslami inançlara sahip kadrolardı ve iyi örgütlü idiler. O nedenle kendine yönelen tehdidi bertaraf etmek ve askeri darbeleri önlemek için bu kadrolara yer açtı Tayyip Erdoğan.
Şimdi onu ve iktidarını suçlayanlar özellikle yakın geçmişi çarpıtıyorlar. Maalesef Gülen'in bu gün net bir şekilde örgüt elemanları olarak nitelendirdiğimiz elemanları kendi ajandaları doğrultusunda sahte delil üreterek, yalancı tanık bularak yukarıda tarif ettiğim darbeci ordu mensupları ve vesayetçi yargı mensupları ile hesaplaşmanın önünü tıkadılar. Hatta bu eski tip darbecilerin kendilerini neredeyse aklamalarının yolunu açtılar.
Halbuki bu gün geldiğimiz noktada Türkiye'de bazı şeyleri hep hatırlamamız gerek: Ak parti 15 yıldır iktidarda ve toplumun yüzde 50'sinin oyunu almayı başarıyor. Acaba bu kadar geniş bir tabanı olan partinin Türk ordusu içindeki tabanı ne, biliyor musunuz? Yüzde 50 toplumda olduğuna göre ordunun da aşağı yukarı toplumu yansıtası beklenir değil mi? Nitekim ABD'de, Avrupa'da böyle. Halbuki Türk ordusunun içinde yapılan çalışmalara göre Ak parti seçmeni oranı yüzde 1 bile değil! Bu gün ordunun yüzde 80'den fazlası hala yukarıda tarif ettiğim zihniyete sahip, Kemalist olarak kendini tanımlayan isimler. Yani her ne kadar Erdoğan sistemi değiştirmek için yıllardır uğraşsa da sistem kendini ordu üzerinden hala korumaya çalışıyor. Yani siyasi eğilim olarak ülkenin resmini hiç yansıtmayan bir silahlı kuvvetler bekliyor Türkiye'nin başını. Bu hayliyle son derece tedirgin edici bir durum. 15 temmuzun yıl dönümü yaklaşırken bunları hatırlatmakta fayda var. Korkunç bir darbe tehdidini bertaraf ettik, FETÖ ile büyük bir mücadele var öte yandan problemin tek kaynağı FETÖ değil. Vesayetçi güçleri FETÖ'ye indirgeme hatasına düşmemeliyiz. Sistem kendini tamamen dönüştürmedikçe Türkiye'de demokrasinin geleceği garanti altında değil. Batı'nın bunları anlayarak mevcut iktidara yaklaşması çok önemli…