17 Şubat: Ankara'da TSK'ya ait askeri servis aracının geçişi sırasında patlayan canlı bomba. Bütün oklar PKK'yı işaret etmiş, 28 kişi yaşamını yitirmişti.
13 Mart: Yine PKK saldırısı. Bir arabanın patlatıldığı intihar bombasında 37 kişi ölmüştü.
28 Haziran: İstanbul Atatürk Havalimanı'nda DAEŞ'in intihar saldırısı. 45 can kaybı vardı.
20 Ağustos: Gaziantep'te DAEŞ bir düğüne saldırı yapmış, 30 kişi ölmüştü.
Bunlar ilk akla gelenler. Yanı sıra Haziranda İstanbul Vezneciler'de 12 kişinin yaşamını yitirdiği, Mardin Midyat'ta 4 kişinin yaşamını yitirdiği, Mayısta Diyarbakır Sur'da 16 kişinin yaşamını yitirdiği saldırılar gibi maalesef onlarca saldırı yaşandı 2016'da Türkiye'de. Ölenlerin önemli bir kısmı güvenlik görevlisiydi; polis ya da asker. Çok sayıda sivil de vardı. Ve arkasında hep iki örgüt: PKK ve DAEŞ.
Cumartesi akşamı İstanbul'un kalbini vuran saldırıda da oklar PKK'yı gösteriyor. Belki de bu yazıyı uzaklarda okuyorsunuz, belki İstanbul'u bilmiyorsunuz. Gözünüzde canlandırabilmeniz için biraz anlatayım: 15 milyonluk nüfusuyla bir mega kent olan İstanbul'un tam merkezi Taksim-Beşiktaş semtleridir. Bu semtlerin ortasında büyük bir futbol stadı, stadın etrafında da sahil yolunu Boğaz köprüsüne bağlayan ana arter var. Her daim trafiği bol, kalabalığı çok olan bu güzergahta hafta sonları hele bir de akşam saatleri ise ve de statta maç varsa iğne atsanız yere düşmez. İşte tam da böyle bir günde maçın birkaç saat sonrasında patladı dev bomba. Ben o sırada Ak Parti ve MHP'nin uzlaşarak hazırladığı anayasa değişiklik paketini yorumlamak için NTV televizyonunda canlı yayındaydım. Uzun bir süre sonra Türkiye pozitif bir gündemi tartışıyordu. Dolar krizi ya da 15 Temmuz darbesinin vahim bir ayrıntısı değil, geleceğimizi nasıl şekillendireceğimiz üzerine bir değişiklikti konumuz. Ne olduysa tam yayının ortasında oldu.
Bir anda telefonuma İstanbul'un dört bir tarafından mesajlar yağmaya başladı. Beşiktaş'a en az 3 km mesafede olan Mecidiyeköy'den de, Fulya'dan da hatta Asya yakasındaki Çengelköy'den de aynı şeyi soruyorlardı: Camlarımız titredi, çok büyük bir gürültü ile sarsıldık, neler oluyor?
Kısacası bomba İstanbul gibi büyük bir kentin neredeyse her tarafından duyulacak boyuttaydı. Bir süre sonra acı gerçek aydınlanmaya başladı. Türkiye bir yandan Güneydoğu'da PKK ile diğer yandan Suriye'de DAEŞ ile savaşırken kalbimizi yine vurmuşlardı.
PKK'nın açık hedefi polis. Maalesef bu kez de gencecik, çoğu okuldan yeni mezun 30 polis ve yalnızca o an oradan geçen 7 sivil hayatını kaybetti. Anlaşılıyor ki canlı bombayı fark eden polisler müdahale ederek çok daha büyük kayıpları canları pahasına önlemişler.
Avrupa yıllardır PKK'ya gözlerini kapıyor. Kapamayı bırakın, onların temsilcilerini baş tacı ediyor, yayın organlarını koruyor. Türkiye'yi suçluyor. Dünyanın gözünün önünde onlarca can gitti ve gitmeye devam ediyor. Cumartesi akşamı o stadın önünde görev yapan 30 gencecik polisin ne suçu vardı? Hepsinin eşgallerine baktım ve araştırdım, 22-23 yaşlarında, çevik kuvvet polisleri. Peki ya siviller? Mesela içlerinden biri 19 yaşında Ankara'dan bir tıp öğrencisi. Hafta sonu için İstanbul'a gezmeye gelmiş, bir taksinin içinde tam saldırı anında oradan geçiyor diye paramparça oldu. İnsan hakları diye diye bu genci paramparça edenlerin haklarını mı savunuyorsun ey Avrupa? Kurbanların yaşam hakkı yok mu? Sizin insan hakkından anladığınız öldürme hakkı mı?
Türkiye kendini çok yalnız hissediyor. Avrupa'dan gelen cılız ve üstü kapalı kınama mesajları buralardaki hayal kırıklığını artırıyor. Batı'daki sağduyulu seslere hitap ediyorum: Türkiye'deki haklı duygusallığı, bize yönelik iki yüzlülüğü görün, bu bir insanlık ve barış mücadelesi. Bu mücadelede yanımızda olun…