Modern Türkiye tarihi 'Sünni-laik-Türk' olmayan toplumsal kesimlerin baskı altında tutulması ve kimliklerini gizlemesi üzerine oturan Kemalist ideoloji ile bu kitlelerin bu ideolojiye karşı kendilerini ikinci sınıf vatandaş olarak hissetmesi ve her fırsatta onları yenmek için sandıkta oy kullanması olarak da özetlenebilir. Kemalist ideoloji dindarlar, Kürtler ve Aleviler'i dışlıyor dolayısıyla bir azınlığın üzerine oturuyordu. O nedenle gücünü demokrasiden alması imkansızdı. İktidar olmak ya da iktidar kalmak için bir tür vesayete dayanması gerekiyordu. Bu da Kemalizmin kaynağı olan askeri vesayet demekti. Yıllarca Türkiye böyle bir rejim altında yaşadı. 27 Mayıs 1960 darbesi ile açılan kapı AK Parti'nin iktidara geldiği 2002 yılına kadar hiç kapanmadı. Seçimle gelen iktidarlar gerçek gizli iktidar olan askeri vesayetçiler tarafından onaylanmayınca hep iktidardan düştüler. Ya tankla, tüfekle ya muhtırayla, ya Milli Güvenlik Kurulu kararlarıyla.
AK Parti iktidara geldiğinde bu gücün ciddi bir tepkisi ile karşılaştı. Ordunun komuta kademesinin Ak Parti iktidarından ne kadar rahatsız olduğu, bu iktidarın devrilmesinden ne kadar memnun olacakları o günkü iktidar partisi mensuplarının hala belleklerinde. Açın o dönemin gazetelerine bakın, ya da sadece AK Parti Kapatma Davası iddianamesini okuyun.
Kısacası bu vesayetçi güçlere karşı ve temel olarak dindar bir tabana dayanarak iktidara geldi Erdoğan'ın partisi. Ancak iktidarda kalmak iktidara gelmek kadar kolay değildi. Bürokrasi ve yargı da askeri vesayetin uzantılarının elindeydi. Ya bu mevcut yapıya ses çıkarmayarak devrilecek ya da kadroları yenileyerek ayakta kalacaktı. İşte özellikle 2007'de Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığı seçilmesini engellemek için TSK'nın verdiği e-muhtıra ve 2008'de AK Parti'ye açılan kapatma davası sonrası, AK Parti'nin ayakta kalmak için bürokrasi ve yargıda bir müttefike ihtiyacının kaçınılmaz olduğu görülmeye başlandı. Gülen Grubu'nun kadrolarına büyük oranda yer açılmaya başlanması bu dönemden sonradır.
Yani demokrasinin görüntüde olduğu, sandıktan kim çıkarsa çıksın gerçek iktidarın değişmediği bir Türkiye'yi değiştirmek, sandıktan çıktıktan sonra gerçekten iktidar olmak için Gülen Örgütü ile yakınlaştı AK Parti. Tabii o zamanlar terör örgütü değil, örgütlü bir dini grup olarak bildiği Gülen ile…
Buradan son 5 yıla gelmekte fayda var. Zira askeri vesayetle hukuki bir hesaplaşma için Gülen çevresine mensup isimlerin götürdüğü davalar zamanla ilgisiz isimleri de almaya başladı. O dönem başbakan olan Tayyip Erdoğan 2011 sonundan itibaren bir takım gelişmelerden rahatsız olup emniyetin içinde bazı değişiklikler yaptı. 2012 başından itibaren ise devletin içinde açık ama kamuoyuna kapalı bir savaş başlattı Gülen Örgütü. Bunun en önemli kanıtı 7 Şubat 2012'de MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın internete sızdırılan ve devletin barış için PKK ile Oslo'da yaptığı görüşmelerin üzerinden sorguya çağırılmasıydı. Ancak 7 Şubatta da Gülen'in ismi zikredilmeksizin emniyet-yargı cuntası denerek kısmen örtülü bir mücadele yürütüldü. Herhalde yapının böylesine net bir terör örgütü olduğu, her talimatın Fethullah Gülen'den gittiği öngörülemiyordu. Bir şekilde Gülen Örgütü mensuplarının konumlarını kaybettiği ve AK Parti'nin net bir şekilde karşısında konumlandıkları bir süreç oldu 7 Şubat 2012-17 Aralık 2013 süreci.
17 Aralık 2013'te Türkiye "yolsuzluk" kılıflı bir siyasi operasyona uyanana kadar Gülen Örgütü ile mücadele kilit konumdaki bürokratları görevden almalarla sürdü. 17 Aralık'tan itibaren ise açık bir savaşa döndü. Evet AK Parti 2008-2012 arası bu örgütle bir yakınlaşma içinde oldu ancak onların örgüt oldukları ve kendi ajandası doğrultusunda kendi liderlerinin talimatı ile hareket ettiklerini anladıklarında Erdoğan açık ve sert bir savaşa girişti. Bu savaş Türkiye'de son 3 yılın özetidir. 30 yıldır devlette örgütlenmeye çalışan ve son 8 yılda da yukarıda anlattığım sebeplerle örgütlenmesini hızlandırmış olan Gülenciler Erdoğan'ın liderliği ve bu mücadelenin bir devlet politikası haline gelmesi sebebiyle devletten atılmaya başlandılar. Ancak başta TSK olmak üzere hala ne kadar yaygın ve güçlü oldukları 15 Temmuz darbe girişimi ile anlaşıldı. O nedenle FETÖcülerin teşhis edilmesi ve örgütte rol aldıkları somut bir şekilde kanıtlanınca hukukun önüne getirilmeleri süreci uzun soluklu ve çok kişiyi kapsaması gereken bir süreç. Bu süreci engellemek değil, sürecin yanlış kişileri içine almasını ve hukuka aykırı gitmesini engelleyerek sürecin sağlıklı bir şekilde işlemesine çalışmak gerek…