Pazar günü yapılan kongre ile Ak Parti yeni bir döneme girdi. Başbakan Ahmet Davutoğlu parti genel başkanlığı ve başbakanlık görevlerinden ayrılarak yerini Ak Parti'nin ilk döneminden itibaren uzun yıllar ulaştırma bakanlığı yapan Binali Yıldırım'a bıraktı.
Kongre çok iyi organize edilmiş, çok kalabalık ve coşkuluydu. Salona girdiğimde dev afişlerde 'Kutlu yürüyüşe devam' sloganı dikkatimi çekti. Ahmet Davutoğlu'nun ve Binali Yıldırım'ın fotoğraflarının ortasında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın fotoğrafı vardı. Kongre'de Erdoğan fiziken olmasa da bütün varlığı ve liderliği ile salona damgasını vuruyordu. Esasen Ak Parti'nin diğer partilerden temel farkı da burada yatıyor. Çok güçlü bir doğal lideri var ve o lider orada durdukça ne kadar büyük değişimler yaşansa da herhangi bir çatlak olmuyor, parti aynen yoluna devam ediyor.
Davutoğlu 20 ay süren başbakanlığı döneminde çok çalıştı ve nazik vedasıyla Türkiye siyasetinde iyi bir yer bıraktı. Ancak Davutoğlu dönemi esasen Türkiye'nin eski yani cumhurbaşkanlığı ve başbakanlığın iki ayrı güç olarak kurgulandığı ve çift başlılıktan kaynaklanan problemlere yol açan bir mantığın üzerine oturuyordu. Bazı önemli konularda farklı yaklaşımlar ve ekipler arasında yaşanan problemler bir süredir sıkıntı yaratıyordu. Hâlbuki Türkiye'de yeni bir durumla karşı karşıyayız. Artık cumhurbaşkanı halkoyuyla seçiliyor. Dolayısıyla kâğıt üzerinde 'tarafsız' olarak görünse de bu yolla seçilen bir kişinin tarafsız yani partisiz olması imkansız. Dolayısıyla artık Cumhurbaşkanı ve Başbakanın konumlarını yeni kodlarla düşünmeliyiz. Partinin doğal lideri, toplumda çok güçlü bir tabanı olan bir cumhurbaşkanı var ve onunla Başbakan birlikte, uyum içinde çalışarak bu sistem yürüyebilir. Ancak tabi sistem hala yerli yerinde duruyor ve Türkiye'deki birçok sorun da bundan kaynaklanıyor. Ak Parti'nin Binali Yıldırım dönemi ilk icraatlarından biri mini bir anayasa değişikliği ile 'partili cumhurbaşkanlığı' modeline geçmeyi denemek olacak. Bu tabii bir 'ara çözüm', bir pansuman. Erdoğan'ın ve partisinin temel hedefi başkanlık sistemi üzerine kurulu yeni bir anayasa yapmak. Ancak meclis aritmetiği şu an buna müsaade etmiyor, kamuoyuna da başkanlığın iyi anlatılması gerek. Daha doğrusu nasıl bir başkanlık modelinin Türkiye'de demokrasi ve temel hakları güçlendirmek için gerekli olduğu üzerine tartışma ortamı yaratmak gerek. Maalesef şu aşamada bu olamıyor, zira muhalefet otomatik bir karşıtlık üzerinden eski sistemin devamını istiyor.
Peki, Binali Yıldırım dönemi Ahmet Davutoğlu döneminden temel olarak nerede ayrılacak? Temel fark iki başbakan profili arasındaki ayrılıkta. Davutoğlu bir akademisyen, hep öyle kaldı. Romantik bir siyasetçi. Türkiye'nin özellikle dış politikasına 2009'dan beri onun bu vizyonu şekil verdi. Bu vizyon temelde doğruydu ancak özellikle Suriye politikasında öngörüler tutmadı ve maalesef hayata geçirilemedi. Zalim bir diktatör olan Esad düşmedi. Türkiye yeni dönemde dış politikada romantik ve idealist bir çizgiden realist bir çizgiye kayacaktır. Bu anlamda eski ittifaklarını yeniden canlandırabilir, Batı ile yakınlaşabilir.
Binali Yıldırım ise bir mühendis. İcraatçı ve kalkınmacı. Onun ulaştırma bakanlığı dönemlerinde yollar, köprüler, dev projeler yapıldı. Şimdi de Türkiye'nin büyümesine ağırlık vermek istiyor. Gezi olaylarının başlangıcı olan 2013'ten beri Türkiye'nin içinde bulunduğu yavaşlamayı kırmak için risk alarak mega projeler yapmayı hedefliyor. Bunların başında da Kanal İstanbul geliyor. Belli ki önümüzdeki dönem kısa konuşan ve birçok projeyi aynı anda hayata geçirmeye çalışan bir başbakan ve büyüme hızını artırmaya odaklanan bir Türkiye olacak…