AK Parti iktidar olduğundan beri Batı basınında herhangi bir haberin içinde yer aldığında genellikle adının başına "Islamist" (İslamcı) kelimesi kondu.
Bizim coğrafyamızda ve Türkçe fikir dünyamızda kökleri 100 yıldan daha uzun süreye dayanan ve entelektüel bir akım olan İslamcılığın, siyasetle ilişkisi Batıların sandığından çok daha değişkendir. AK Parti iktidarının son dönemlerinde ise politik muhalefetin bir parçası olmuştur.
Tabii Batıların herhangi bir şeye isim koyması bu kadar karmaşık ve değişken süreçlerden geçmiyor. Türkiye'de İslamcı kimdir, İslamcılık nerede durur tartışması yapaduralım, onlar, Hamas'tan Pakistan'a, Mısır'dan Türkiye'ye görünür dindarlığın hepsine 'Islamist' deyip geçmeyi tercih ediyorlar.
Bu kavram Batılıların zihninde şiddete, teröre, örgütçü militer yapılara, korkuya ve 9/11'le özdeşleşmiş bir anlama tekabül ediyor. Dolayısıyla siz, masum bir kandil kutlamasını kamuya taşımaya kalktığınızda laiklik ile bir mesafe koymuş, sekülerlerin hayat tarzını tehlikeye atmış oluyorsunuz.
Batı basınında sık sık tekrarlanan Türkiye'nin seküler çizgiden uzaklaştığı argümanının belli başlı konulardan biri olduğu malum. Yayınlarına ve gerçekleştirdiği röportajlarına, çarşaflı, başörtülü kadınları fon yapıp Üsküdar gibi dünya mimarisinin en seçkin örneklerini taşıyan semtlerde gerçekleştirdikleri çekimlerle "ideolojinin pornografisini" güçlendiriyorlar. Sonuçta, başörtülü kadınlar, İslamcılığın logosudur ve bu logoyu elimizdeki en ürkütücü argümanın her geçtiği yerde kullanmak gerekir.
Ortadoğu'da bir yerlerde laikliğin yara alması bizler adına en yoğun endişe edilmesi gereken durumlardan biridir.
Yalnız Batı basını son dönemlerde Türkiye'nin Müslüman bir ülke olduğunu hatırlamış ve bununla da bir sorunu yokmuş gibi bir görüntü veriyor. Zira 24 Haziran seçimleri için geniş bir basın taraması yapıldığında daha evvelki seçimlerin aksine (Erdoğan hariç) adayların dindar görüntüsünden duyulan umut ve memnuniyet gün gibi ortada. Özellikle Muharrem İnce ve Meral Akşener'in kamusal alanda dindar görünürlüğü sayılabilecek açıklamaları ve davranışları nihayet, "Erdoğan'ın oyuna talip" birilerinin sahaya çıktığı umudunu doğuruyor.
İnce'nin beş vakit namaz kılmaması ama çocuk yaştan beri Cuma namazına gitmesi ve AK Partili bir bakanla yaptığı umre ziyaretini kürsüden anlatması, normal şartlarda bu tarz itirafları "dini siyasete alet etmek" olarak algılayan malum kitlenin içini kıpır kıpır ediyor.
Bana sorarsanız Akşener'in tülbent siyaseti ve İnce'nin Umre vurgusu son derece normal. Müslümanlar yaptıkları ibadetleri, bu ibadet hele de Hac olunca, zaten toplumla paylaşırlar. İbadetin kamusal alan dışında gizli kapaklı olarak 'merdiven altı' mekânlarda yapılması gerektiğine yönelik var olan algı, Kemalistlerin fantezisinden ibaret. Türkiye Müslümanların yaşadığı bir ülke ve bir Müslümanın Hacca gittiğini söylemesi garip değil. Normal olmayan; ülkede çoğunluğu oluşturan insanların yıllarca katı laikçi politikaları benimsemiş bir grup yönetici elitin bakış açısına esir edilip dindarlıklarını görünür kılamamasıydı. Ülkemiz, dindarlığın görünür kılındığında kimseye bir baskı oluşturmadığını, kamusal alanını istediği zaman istediği kadar genişletebildiğinin testini başarıyla geçmiştir. Sıradan dini pratikler karşısında Türkiye İslamlaşıyor çığlığı atmaktır asıl anormal olan.
Dindarlığın, kamusal alanda görünmek zorunda olan bir yüzü vardır. Bu, işin doğası gereği böyledir. Dolayısıyla kamusal alanda dindarlığın görünmesinden rahatsız olmak zaten anlamsızdır. Eğer elinizde bir mikrofon varsa ve çok yüksek sesle konuşuyorsanız, ezan okunduğunda saygıdan susabilirsiniz. Bunu Türkiye'de hiç kimse yadırgamaz. Dolayısıyla Akşener'in, mitingi esnasında ezan okunurken susmasını veya konuşmasına devam etmesini yadırgamam. Sustuğunda; "Yaşasın dindarlara sevimli görünecek, oylarını alacak" diye düşünmenin zavallılık olduğu kanaatindeyim.
Bir başka zavallılık da, Batı medyasının bu ve benzeri şeylerden medet umar bir pozisyonda olması. BatılılarTürkiye'yi anlamlandıramama sorunundan ziyade kronik bir değerler yanılsaması içinde gibiler. Sadece şekilcilik ile yetiniyorlar. Bir zamanlar orduya sızan FETÖ'cülerin, sadece içki içip, namaz kılmayarak laiklerin gazabından kendilerini gizlediklerini de hatırlayalım.
Kişisel olan politikse yandık
Geçtiğimiz haftalarda bir Alman gazeteci benden siyasi bir konuda görüş almak istedi. Ofisime geldi, çay kahve eşliğinde konuştuk kendisiyle. Ayırdığım süreyi biraz aştık hatta. Daha sonra Almanca olarak yayınlanan mülakatta beni tarif ederken garip ifadeler kullandığını gördüm. Açık ofiste, dar kot pantolon ve tayt giymiş pek çok kadın varken, benim onlardan kendimi ayırdığım ve dışarıdaki 25 derece sıcağa rağmen kalın bir ceket giydiğim yazıyordu. Bu yorum, Batılı gazetecilerin kendi değerlerinin denizlerinde boğulmak üzere olduklarını hissini uyandırdı bende.
Zira bu aptallığı şöyle açıklayabilirim: Çalıştığım kurumda yönetici pozisyonunda olduğum için özel bir odam var ve odam binanın kuzey cephesine bakıyor, bu yüzden de soğuk. Kalın ceket giyiyorum çünkü üşüyorum. Kuzey yarımkürede, kuzey cephelerinin soğuk olduğunu çok erken yaşlarda öğretiyorlar bize. Bu evrensel doğa kanunlarını ve iş yerinin hiyerarşik kurallarını bilmiyor olabilir Alman gazeteci. Bu ihtimali de atlamak istemem lakin fotoğrafı olmayan bir kadını okurlarınıza anlatmanın bir sürü yolu olmalı. Ben olsam, başörtüsü takan, genç bir kadın der geçerdim. Ama bu, kültürel Freudyan kaymaya uğramamış ve yaralanmamış zihinlerin yapacağı bir tasvir, değil mi?!
Alman gazetecinin sahip olduğu malum zihniyetin berrak bir düşünce sisteminin ürünü olmadığı çok açık. Dışlayıcı, ırkçı ve nefret dolu bir bağlamdan konuşuyor. "Kamusal alanda dini söylem karşıtı" olmak gibi sorunlu bir tutum bile daha kabul edilebilir. Hiç olmazsa daha tutarlı. Erdoğan da yapsa, İnce de yapsa karşı çıkıyordur (diye tahmin ediyorum).
Hâlbuki Batılı değerlere esir bir zihniyet, düne kadar sorunlu bulduğu bir söylemi İnce ve Akşener'den duyunca; "belki muhafazakârların oyunu alır ve biz de Erdoğan'dan kurtuluruz" niyetiyle şölen havasında karşılıyor. Ellerinde kalan son umutları bu çünkü. Bu umut, Akşener'in geldiği siyasi ekolün Kürtlere bakış açısını tamamen görmezden geliyor. Demek ki önce "seçimi hallederiz sonra Kürt meselesine devam ederiz" düşüncesi, Akşener'in iç işleri bakanıyken yaptığı insan hakları ihlallerini unutturuyor. Zira Batı basınında "ana", dişi kurt", "demir leydi" gibi önadlarla öne çıkarılan İYİ Parti lideri Akşener'in çok daha önemli bir vazifesi var: Cumhur İttifakı'ndan oy aparmak!
Batı basını, İnce'den ise hayret edici bir şekilde dindar seçmeni kendisine bağlama kapasitesi olan bir aday olarak bahsediyor. Başörtüsüne özgürlük vereceğim demesi, Cuma namazı kıldığını söylemesi, dindarlık için yeterli. Zaten Batının büyük kâbusu olan başörtüsünü ağzına alması bile yeter, daha ne olsun. İnce'nin yıllarca başörtüsü yasağını desteklemiş, CHP'nin ise yasak savunuculuğu yapmış bir parti olduğu gerçeği değişmiyor elbette. Başörtüsü yasağının iki şampiyonu Kemal Alemdaroğlu ve Nur Serter'in CHP'de vekillik yaptığını biliyoruz. Nokta. Türkiye'de dindarlar için CHP olsa olsa başörtüsü yasağının bayraktarıdır. Ve bu imajı silmek için 16 senedir CHP'den milletvekili olan İnce'nin "başörtülü kız kardeşini" mitingine getirmesi yetmez.
Kesin bilgi, Müslümanız
Sonuçta yıllarca Erdoğan'ı İslamcı diyerek marjinalleştirmeye çalışan Batı basını, durumu kabullenmiş gözüküyor ki, İnce'nin Cuma namazına gitmesinden politik fayda umut ediyor. Türkiye'de vergi verenlerin, çoğunluğun, toplumun umurunda olmayan, artık geride bıraktığı konulardan Batılıların rahatsız olma hali devam ettiği için bu yeni kartı çocuksu bir sevinçle tutuyorlar ellerinde. Belki de Erdoğan'ı bir alt edelim, dindarlık meselesinin de icabına bakarız, diye düşünüyorlardır, kimbilir...
Gerçekte olan ise şu: Türkiye kendi kimlik sorunları ile yüzleşerek yoluna devam ediyor. Muhalefet, içten veya değil, bilemeyiz. Türkiye'deki hemen her kesim dindar bir çoğunluğu hesap etmeden, kale almadan, aydınlanmacı ve dışlayıcı bir tavırla artık kampanya yapamayacağını anlamış gözüküyor. Bugün şeklen atılan bu adım yarın daha yapıcı bir şekilde atılabilir, bu dönüşümü olumlu bir durum olarak algılıyorum. Bir avuç elitin toplumun değerlerini hiçe sayarak verdiği görüntü siyasette bir norm olmaktan çıktı artık. Bu, kitleler adına sevindirici ve demokratik bir gelişme. Batıların ise bu filmden makasladıkları tek sahne, Erdoğan'ın oylarının yön değiştirmesi ihtimali. Öyleyse, bu kör bakış açısı ile kendi değer yargılarının mahkûmu olmaya devam edebilirler.