Gecen hafta Amerikan basınına iki önemli Türkiye haberi düştü. Bir tanesi Ankara'daki büyükelçiliğin bombalanması diğeri ise İstanbul'da öldürülen turist Sarai Sierra olayı idi. Türkiye güvenilmez bir ülke midir, Türkiye'ye turist olarak gitsek mi gitmesek mi soruları da peşi sıra geldi. Maalesef yazıyı yazdığımda henüz Sierra cinayeti aydınlanmamıştı. Son saatlerde FBI, soru işaretleri olduğunu, Sierra'nın İstanbul'a salt fotoğraf çekmeye gelmediği yönünde şüphelerin kuvvetlendiğini duyurdu.
Olur böyle vakalar
7 Şubat 2013 tarihli Taraf Gazetesi'nden Yıldıray Oğur, "Dünyaya rezil mi olduk" yazısında Avrupa'nın çeşitli yerlerinde öldürülmüş batılıları sıralıyor. Amacının da 'olur böyle vakalar, Türk polisi yakalar' demek olmadığının altını çiziyor. Bu tarz olayların neden olduğu; "Avrupa Birliği'nde ne işimiz var diyen" bir ulusalcıya 10 saniye sonra "Zaten bu hâlimizle bizi almazlar ki"dedirten bir "aşağılık kompleksi"nden bahsediyor aslında. Gerçekten de bu cinayet neden böyle bir feverana, daha ilk saniyesinde sosyal medyada 'bunu da mı yaptık' isyanına ve 'yeni bir kadın cinayeti' mahcubiyetine döndü? Çünkü toplumların kabul edilebilir bir suç işleme oranı var. Türkiye'de kadın cinayetleri ise bu kabul edilebilir oranların çok üzerinde. Devletten yardım isteniyor, defalarca beyan veriliyor, bağıra bağıra geliyor bu ölümler. Son iki ayda artık haber değerini bile kaybetmiş 24 kadın cinayetinden bahsediyoruz.
Sierra cinayeti aydınlanabilir, karanlık bağlantılar açığa çıkarılabilir, o zaman da elbette oh olsun demeyeceğiz. Ama bu cinayetin bu kadar hızlı alevlenmesinde, bu kadar çok rağbet görmesinde Sierra'nın Amerikalı olduğu kadar kadın olması da etkili. Çünkü ülkemizde böyle bir kültür var ve biz böyle meçhul bir cinayetle karşılaştığımızda 'dur bakalım, arkasından ne çıkacak' demek lüksünden çok uzağız. Duyar duymaz mahcup oldu herkes çünkü biz buna alışığız; turistlere taciz kültürüne, kadın cinayetlerine…
Geçen günlerde Ali Bulaç, artan şiddette faturayı kadınların modern hayattaki rolüne kesmişti. Dışarıya bağımlı yaşayan kadın, erkeğe cinnet geçirtiyor. Formülasyon böyle. Eminim çalışan kadınlar sebep oldukları toplumsal cinnetten dolayı kendilerine çeki düzen verirler. Bir de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı var. Davalara müdahil oluyor, yönetmelikler çıkarıyor, evler yapıyor, harıl harıl çalışıyor, tamam. Geçen akşam 5n1k programında Bakan Yardımcısı Aşkın Asan Cüneyt Özdemir'in konuğu oldu.
Programdan sonra şunu düşündüm, galiba bu işlerin çözümü için, niyet ve çalışkanlık yetmiyor biraz ruh da gerekiyor. Neden? Aşkın Hanım tam bir bürokrat. Mimik oynatmadan konuşuyor. Yönetmeliklerden, rakamlardan, icraatlardan bahsedip duruyor. Sık sık kadına karşı şiddetin dünyada da sorun olduğunun altını çiziyor. Yani ekran başındakiler hah tamam, kadınlara karşı şiddet her yerde varmış meğersem, biz de ne zannediyoruz diyerek huzurla çaylarını yudumlamışlardır.
Bir kere bu her yerde var meselesi tam doğru değil, var ama bölgesel değişiklik gösteriyor. Ayrıca Avrupa Birliği Ülkeleri'nde bizim oranımızın çok çok altında. Zaten aynı derece olmadığını Norveç konusunda bakan yardımcısı kendi ağzı ile itiraf etti. Orada da psikolojik ve cinsel şiddet var dedi. Konu buysa bakalım, hımm, Türkiye'de kadınlar öldürülüyor ama Allah için cinsel ve psikolojik şiddet görmüyorlar diyebiliriz değil mi? Biz kanlı-bıçaklı vakalarla uğraştığımız için daha psikolojik/cinsel şiddet ünitesine gelemedik. Geçelim.
Güleyurum halina katula katula
Aşkın Hanım, Cüneyt Özdemir'in tartıştığı iki kadın cinayeti vakasında şıp diye kadınların birer hatasını buldu. Bakanlık davalara bu şekilde mi müdahil oluyor onu da bilemedim tabii. İlk vakayı bilemiyorum ama ikincisi, 27 yaşındaki Gülşah Aktürk olayında babası bakan yardımcısının maktulün katille ailesine haber vermeden buluştu iddiasını yalanladı. Yetkililere defalarca haber verildiğini beyan etti. Bu arada Gülşah'ın henüz çok yakında deprem geçirmiş olan Van'da sınıf öğretmenliği yaptığını hatırlayalım.
Ben artık Aşkın Hanım'ın kullandığı standart, klişe, ruhsuz, dümdüz bürokrat dilini duymaktan çok sıkıldım. Veri 2009'dan beri toplanıyor, şunu yaptık ama bir ay oldu, yönetmelik çıkardık daha uygulamaya geçmedi, şu kadar kişiye eğitim verdik, kafaları almadı filan… On yıllık Ak Parti iktidarından bahsediyoruz (arada Aliye Kavaf gibi bakanlar da gördük maalesef) nasıl oluyor da bazı şeyler Aşkın Hanım'ın bahsettiği gibi bir ay evvel daha yeni başlamış oluyor?
Kadını kollarmış gibi, erkeği cezalandırır gibi yapan ama aslında hiç de caydırıcı bir ceza vermeyen yargı sistemi ve yönetmeliklerle sosyal meseleler zaten çözülmez. Mesela hala radyolarda dönüp duran "Güleyirum halina katula katula, bi sözünü geçiremedun karuna, daha niye vermedun ağzının payını, vermeysun" Davut Güloğlu şarkısı halk içinde muteber bir nesne olmaya devam etmektedir. Saysak birçok örnek buluruz, bu bizim kültürümüz. Seviyoruz kadınların pırsak, az sesli, edilgen ve tavşan olmasını. Erkeklerinse onların ağzının payını vermesini…
Bu konu siyasetin yalan gündemi olmaktan çıkarsa, başbakan konuyu bir kere yetmez, defalarca gündeme getirirse, nasihat kadınlara değil biraz erkeklere, amcalara, büyüklere, kocalara, bacanaklara, kayınçolara gelirse… Kadınların payına daha az nasihat daha çok tepki düşerse… Belki…
meryemilayda@gmail.com
@miailayda