Amerika'da yayınlanan Emmy ödüllü TV dizisi Homeland yeni yayın dönemine başladı. İkinci sezonun daha ilk bölümünün İsrail'in İran'ı bombalayıp 3000 kişiyi öldürdüğü haberi ile açılması, dizinin bu sezon da dikkatleri üzerinde toplayacağı izlenimini uyandırdı. Hikâye şöyle; 2003 yılında Amerika'nın ikinci defa Irak'ı işgalinde görev yaparken kaybolan denizci Çavuş Brody, sekiz yıl sonra bir operasyonla kurtarılır ve ülkesine döner. Bu süre zarfında El Kaide'nin elinde esir tutulan denizci, ülkesinde kahraman olarak karşılanır. Kendisi gibi 'savaş' gazisi olan diğer askerlere moral vermekten tutun da, Amerikan'ın Irak'taki varlığını meşrulaştıracak her tür etkinlikte boy gösterir. Amerikan kamuoyuna yaşanan bu sekiz yıl; işkenceler, insanlık dışı hikâyeler cinsinden yansısa da, hikâyenin bambaşka boyutları vardır.
CIA, kendi muhbirleri üzerinden Irak'ta esir tutulan bir Amerikan askerinin serbest bırakılacağını ve bu esirin saf değiştirdiği (yani El Kaide safına geçtiğini) haberini alır. Brody, sakin yapısı ve nezih aile yaşantısına karşın elbette şüphe altındadır. Öte yandan bu sekiz yılın büyük bir bölümü zannedildiği gibi El Kaide mezalimi ile geçmemiş, Brody, örgütün liderlerinin birinin (Abu Nazir) evinde oğlunun eğitimi ile meşgul olmuştur. Amerikan bakış açısı ile ihanet edip saf değiştiren Brody, kendi bakış açısı ile kendisine uzanan eli tutmuş, Müslüman olmuş ve hayatında ilk kez anlamlı bir iş yapmaktadır. El Kaide'nin amacı; Brody'yi Amerika'ya göndermek, cemiyet hayatında bir yer edinmesini ve hayata karışmasını beklemek, sonunda da başkan yardımcısına yapılacak bir suikastta kullanmaktır. Başkan yardımcısının günahı ise Irak'ta boş yere 70-80 sivilin öldüğü bir saldırı emrini bilerek ve isteyerek vermiş olmasıdır. Dizinin bundan sonraki hikâyesini ise izleyecek olanlara bırakalım. Homeland, ayrıca Oboma'nın da favorisi. Başkan, Cumartesi günleri oval ofiste, hanımı gezmeye, kızları tenise gönderip, çalışıyor süsü vererek Homeland dizisini izliyormuş, dizinin Emmy ödüllü başkarakteri Çavuş Brody (Damian Lewis) böyle anlatıyor.
İlk bakışta Homeland dizisi, belki hikâyesiyle değil ama örgüsüyle ve içinde barındırdığı öğelerle geleneksel Amerikan bakış açısından biraz farklı. Aşina olduğumuz 'biz bu Müslümanları ne kadar kaos içinde karman çorman göstersek yeridir' bakış açısı hakim değil. Mesela CIA'nin ilgili ilgisiz her bulduğu Ortadoğulu resmini şüpheli panosuna çivilemesi absürt bir biçimde sahneleniyor. Bir operasyon esnasında takip ettikleri Tom Walker karakteri bir camiye girince CIA'in tereddüt etmeden sabah namazı kılanların arasına dalması ve rastgele ateş açması, CIA'in kendi ajanlarını bile isyan noktasına getiriyor. Getiriyor getirmesine de CIA, yine de bu olayı örtbas etmek için elinden geleni yapıyor, tıpkı onaylamadığı bir saldırıyı yapan başkan yardımcısını korumak için elinden geleni yaptığı gibi.
CIA'in hedefindeki terörist profili ise bir hayli farklı, klasik tiplemeler değiller. Bir tanesi Brody, Kongre üyesi oluyor… Diğerleri hayatın içine karışmış ve mevki sahibi insanlar. En Ortadoğulusu bile 25 yıldır ailesi ile görüşmeyen Suriyeli bir terzi. Yahut CIA binasına komşu bakkal gibi girip çıkan çok üst düzey bir gazeteci kadın. Suudi Arabistanlı üst düzey bürokratlar… Bir anlamda 'içimizdeki hainler'…
İkinci sezonun ikinci bölümünde CIA'in kurt ajanı Soul Brenson, (Mandy Patinkin) Hizbullah ile görüşeceğini haber aldığı El Kaide liderini (Abu Nazir) yakalamak üzere Lübnan'a gidiyor. Bu bölüm, tam da yukarıda bahsettiğim farklı/olumlu olabilecek her şeyi altüst edecek soru işaretleri ile dolu. Akla hemen, 'El Kaide ile Hizbullah Lübnan'da ne görüşüyor?' sorusu geliyor. El Kaide'nin bir dönem İran'da barındığı iddia edilmişti. Ama böyle bir dönem olmuşsa bile doktrinsel olarak çok farklı olan iki örgütün hızla ayrıştığı biliniyor. Bugün Ortadoğu'da Hizbullah ve El Kaide çıkarları birbiri ile çatışmaktadır. Peki bu görüşmenin senaristleri bu zıtlıktan haberdar değil mi? Yoksa 11 Eylül'den sonra yaygın bir kanı olarak yerleşen; El Kaide'nin Amerika'nın işgalleri için meşru zemin oluşturan bir taşeron görevi yaptığı izlenimine böyle bir birliktelik ile şüphe düşürülmek mi isteniyor?
Soru işaretleri burada bitmiyor, bu görüşmeyi, CIA'in manik depresif ajanı Carrie'nin (Claire Danes) düzenli muhbirliğini yapan bir kadın haberdar ediyor. Kadının kocası, Lübnan'da üst düzey Hizbullah komutanlarından… Bir CIA ajanı ile güven ilişkisine giren, korkak, ürkek bu kadın, Carrie'den başkasına konuşmayı kabul etmiyor ve görüşmeyi 'ikisini de öldürün' (kocasını ve Abu Nazir'i kastederek) sözleriyle haber veriyor. Karşılığında istediği, para ve özgürlükler ülkesi Amerika'ya (ama kuzeninin yanına) gitmek… Gözünü kırpmadan kocasını öldürmesini söylemesinin nedenini yine aynı bölümde her ne pahasına olursa olsun kadını kollayan vicdanlı ajan Carrie'den geliyor: çok acılar çekti. Zavallı çilekeş Ortadoğu kadını… Müslüman bir kadın kocasını CIA ajanına öldürün diye ihbar eder mi? Elbette edebilir… Benim takıldığım bu değil. Nedense Müslüman kadınlar dizilerde hep böyle istisnai olayların öznesi. (Bir başka bölümde çoluklu çocuklu bir 'single mother' var; başörtülü Müslüman bir kadın, aşırı doz okuma mı yapıyorum acaba?)
Aynı bölümden devam edelim, dizide CIA'in diliyle, kültürüyle Ortadoğu'yu harika bilen ajanlarının Lübnan diye gittikleri yer; büyük ihtimalle İsrail. Rastgele görüntülerin arkasında, dükkânların önündeki reklam yazıları İbranice. Mekan neresi olursa olsun, Soul Brenson karakterinin Lübnan'dan çıkışını canlandırdığı sahnede uğradığı kötü muamele, kaos, karmaşıklık ise elbette Ortadoğu.
İslam kültürünü ve Arapça'yı iyi bilen Carrie'nin örtünme şekli, Müslüman olup sekiz yıl Abu Nazir'le yaşayan, namaz kılan, ama bir yandan da dininin diğer vecibelerine hiçbir bağlılığı olmayan Brody karakteri ve bu karakterin 'Allahu Ekber' derkenki kötü telaffuzu, aslında bir Yeşilçam klasiği olan tekbir alıp hemen secdeye gitme âdeti de bilgisizlik midir, özensizlik midir bilemediğim ama izlerken göz rahatsız eden diğer öğeler. Bu satırları okurken 'ne bekliyordun' diye soranlar olacağını tahmin ediyorum. Çok haklılar. Ben de bu tarz hataların kasti bir umarsızlıkla yapıldığını düşünmekteyim. Bir bölüm için birkaç araba infilak ettirebilen bir prodüksiyonun dini bütün bir Arap bulup âdâb, erkân ve telaffuz hizmeti alması pek zor olmasa gerek.
Lakin bence bu hataların arkasında başka bir sebep de bulunuyor. Bu prodüksiyonlar, Amerikan TV'lerinde yayınlanıyor ve Amerikan izleyicisi için üretiliyor. Bu izleyici kitlesinin diziden ne beklediği konusunda ufak bir araştırma yaptım. İzleyici yorumlarının çok büyük bir bölümü benim yazımda hiç değinmediğim Carrie ve Brody aşkına kilitlenmiş. Dizi yayınlanmadan evvel twitterda, ne olacak bu manik depresif Carrie'nin hali diyenden, Brody'nin karısı Jessica'ya üzülene tutun dizinin kurgusal yapısı ile ilgilenenler çoğunlukta gözüküyor. Hal bu olunca, işin içine bir de başka ajandalar girince, namaz kılmanın tadil-i erkânını kim ne yapsın.
Dizinin dayandığı gerçeklikle ilgili de bir şeyler söylemek isterim. Homeland dizisi İsrail'de 2010'da yayınlanmış Hatufim (Prisoners of War) dizisinden ilham almış. Bu seride benzer bir kaçırılma hikâyesi bir İsrail askeri üzerinden anlatılıyor. Ayrıca, Homeland dizisi yayınlanmaya başladıktan 6 ay sonra ajanslara; Afganistan'da görev yapan bir Amerikan askerinin ordu tarafından kayıp ilan edildikten bir müddet sonra, ailesine 'ülkesinden utanç duyduğunu, Taliban'a katılabileceğini anlatan mektuplar gönderdiği' haberi düştü. Bu haber elbette akıllara hemen Homeland dizisini getirdi.
Obama'nın zaferle çıktığı son seçimlerde kullandığı dili düşünürsek, Amerikan paranoyasının müdahaleci, şahin, hırpalayıcı dilinin azaldığını söyleyebiliriz. Obama'nın işgal edilen bölgelerden çekilme vaadi ve daha barışçıl bir söylemle yola devam etmesi belki seçim kampanyasının ana kemiği değil. Ama sonucu etkilemediğine göre belli ki seçmenler bu dilden rahatsız değil. Azalan şahin söylemlere karşın, terör söylemi, Homeland'in işaret ettiği gibi kendine yeni aktörler, yeni alanlar ve yeni şüpheliler icat etti. Bir başka deyişle, ne mücadele ne de paranoyalar bitmiş gözüküyor.
Son olarak, bu satırları yazarken istişare ettiğim eniştemin üzerindeki tişört dikkatimi çekti. Üzerindeki Kızılderili resminin altında şu yazı vardı: Homeland Security: Fighting with terrorism since 1493. (Vatan Müdafaası: Terörizmle 1493'ten beri mücadele)
meryemilayda@gmail.com
@miailayda