Türkiye DAEŞ'i havadan ilk bombalayan, terör listesine çok erken bir tarihte alan ve tabii ki DAEŞ'in öncellikli hedef aldığı bir ülkeydi. Öte yandan, Suriye'de DAEŞ'e karşı en başarılı askeri operasyonu da Fırat Kalkanı adıyla Türk Silahlı Kuvvetleri Özgür Suriye Ordusu güçleri ile birlikte icra etti. Son olarak da Cenevre ve Astana süreçleri ile uyumlu olarak çatışmasızlık bölgesi olarak İdlib'in merkezinde kontrolü sağladı.
Ancak maalesef bu terör örgütü Suriye ve Irak'ta göz göre göre kontrol sağlarken, Türkiye'nin önleyici gücü adeta engellenmek istenerek "Türkiye DAEŞ'e silah yardımı yapıyor" kampanyası güçlü bir şekilde yürürlüğe kondu. Uydurma haberlerle, kaynaksız, isimsiz röportajlarla Türkiye DAEŞ'e yardım ediyor görüntüsü oluşturulmaya çalışıldı.
Türkiye içinde bu kampanyanın sahte delil üreticisi olan, devletin içine sızmış olan Fetullah Gülen Terör Örgütü'ydü. FETÖ terör örgütüne bağlı savcı, asker ve hakimler, 2014 yılının ilk ayında Milli İstihbarat Teşkilatı'nın Suriye Türkmenlerine giden yardım TIR'larını kanunsuz şekilde durdurarak, bu yardımların DAEŞ'e gittiğini dünyaya yaydı. Bu örgüt, daha sonra ise 15 Temmuz 2016'da 250 vatandaşı öldürmek, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve birçok stratejik yeri bombalayarak darbe yapmaya çalışan örgütün ta kendisi olacaktı.
Türkiye'nin DAEŞ'e yardım ettiği iftirasının siyasi taşıyıcılığını da anamuhalefet partisi CHP ve PKK ile yakınlığı ile bilinen HDP yapıyordu. Bu iki parti, FETÖ'nün ve dış basının ürettiği tüm söylem ve sahte belgeleri siyasi düzleme taşıdılar. Hatta HDP, DAEŞ, Ayn El Arab'a yöneldiğinde PKK ile eşzamanlı olarak aynı gerekçeyle halkı ayaklanmaya çağırdı. O sırada PKK, Suriye'den gelen YPG'lilerin de katılımıyla, Suriye sınırının Türkiye tarafında hendekler kazmış, kurtarılmış bölgeler yaratmış, sivilleri rehin almıştı. Bu hendekler tonlarca bomba, el yapımı patlayıcı tuzakları ve ağır silahlarla doldurulmuştu. PKK'nın bu amacına ulaşması için FETÖ örgütüne mensup sözde polis, asker, hakim, savcı, vali, kaymakam ve diğer mülki amirler yardımcı olmuş, devletin tedbir almasını engellemişlerdi.
Yalan o kadar barizdi ki! Çünkü Türkiye DAEŞ El Ayn Arab'a saldırdığında, Barzani Peşmergelerini kendi toprağından geçirip, bu bölgenin düşmesini önlemişti. Bu ağır silahlı peşmerge güçlerinin Ayn El Arab'a geçebilmesi için Türkiye topraklarını kullanması gerekiyordu. Bunun için gerekli olan Meclis tezkeresinin geçmesi için AK Parti olumlu oy kullanmış, ne gariptir ki, Türkiye'yi DAEŞ'e yardım etmek ve Ayn El Arab'ın düşmesini sağlamaya çalışmakla ayaklanma çağrısı yapan HDP bu tezkereye CHP ile birlikte hayır oyu vermişti. Yani Ayn El Arab'a yardım AK Parti ve MHP'nin oylarıyla gidebilmişti. Tek başına bu olay bile meselenin aslında ne olduğunu gösteriyordu.
Bu iki parti hala aynı söylemlerini sürdürüyorlar. Yurt dışında ise bu iddianın artık arkasında durulmuyor. Ama bundan da öte, DAEŞ'in nasıl ve kimler tarafından korunup, kullanıldığını gösteren reddedilemeyecek yeni deliller ortaya çıkıyor. Biliyorsunuz, Türkiye, Suriye veya dünyanın herhangi sorunlu bir bölgesinde, bir terör örgütü ile savaşmak adına bir başka terör örgütünün asla kullanılmaması gerektiğini hep belirtmişti. Sadece söylemde kalmamış, mesela Rakka'nın özgürleştirilmesinde ABD ve koalisyon güçleri ile Türkiye'nin birlikte operasyon yapmasını önermişti. Türkiye'nin başarısı Fırat Kalkanı ile ispatlıydı.
Ancak bu konuda Türkiye ısrarla görmezden gelinmişti. Zaten ortaya çıkmıştı ki, "Türkiye DAEŞ'e yardım ediyor" iftirası tam da bunun önlenmesi içindi.
ABD Rakka operasyonunu bir başka terör örgütü PKK'nın Suriye kolu olan, bizzat Kandil tarafından yönetilen PYD/YPG ile yapmakta ısrar etti. Rakka'nın merkezi alındığı gün, PKK lideri Öcalan'ın dev posteri alanlara asılıyordu. Ama bununla da kalmadı.
Geçen hafta 250 DAEŞ militanı (aileleriyle birlikte toplam 4 bin kişi) silahları ile birlikte 10 kamyon eşliğinde Rakka'dan ayrıldılar. ABD ise PYD'nin DAEŞ ile yapılan bu anlaşmaya "saygı" duyduğunu açıklarken, Türkiye'nin Afrin'e müdahale etmesi halinde PYD'yi koruyacağını, yani Türkiye ile karşı karşıya geleceğini açıkladı.
Peki bu durumu nasıl açıklamalıyız? DAEŞ'e yardım eden gerçekte kimler? Türkiye olmadığı kesin. DAEŞ Esed rejimi veya PYD ile savaşmazken, Türkiye sürekli olarak eylem hazırlığındaki DAEŞ'lileri yakalıyor, bazen de hedef oluyor, siviller hayatını kaybediyor. Peki yenildiği söylenen, Anbar'a çekildiğini açıklayan DAEŞ, neden sadece Türkiye'yi hedef alıyor? DAEŞ, adeta belirli bir amaca uygun olarak bir manivela, bir maymuncuk işlevi görüyor.
Bununla da kalmıyor. Türkiye içinde PKK ile birlikte hareket eden 15 Temmuz darbe girişiminin sorumlusu FETÖ'nün elebaşı Gülen hala Pensilvanya'da muhteşem bir malikanede kalıyor, Türkiye'de devam eden illegal faaliyetlerini buradan adamlarıyla birlikte yönetiyor. Son olarak Başbakan Binali Yıldırım, ABD Başkan Yardımcısı Pence ile bu konuyu tekrar görüştü. Katıldığı bir televizyon kanalında ise "İade için yeterli delil yok" kılıfını "Biz 11 Eylül saldırısından sonra Afganistan'a asker bile gönderdik. ABD'den bu saldırıyı EL Kaide'nin yaptığına dair delil mi istedik? Böyle şey olur mu?" diye değerlendirdi.
FETÖ, 17/25 Aralık 2013'te yasadışı dinleme, izleme ve sahte delillerle, montaj tapelerle hükümete karşı bir yargı darbesine kalkışmıştı. Bu tarih üç önemli seçim öncesine denk getirilmişti. Mart 2014'te yerel, Haziran 2015'te genel, Ağustos 2015'te ise Cumhurbaşkanlığı seçimleri vardı. Yani Türkiye'nin yönetimi her alanda yenilenecekti. İşte bu seçimler öncesi bir siyasi dizayn için devlete sızmış FETÖ elemanları Pensilvanya'daki sözde imamdan gelen talimatları 17/25 Aralık'ta uygulamaya koydular.
İşte Amerika'daki Rıza Sarraf davası da bu sahte deliller üzerinden kurgulandı. 17/25 darbesindeki FETÖ'cü hakim ve savcıların yazdığı iddianameler virgülüne kadar bu davada aynen kullanılmış. Hatırlatalım, 17/25 Aralık darbe girişiminin savcı ve hakimlerinin ana dava iddianamesini soruşturmadan önce çoktan yazdığını ve bu iddianamede Erdoğan'ın "Dönemin Başbakanı" şeklinde geçtiği ortaya çıktı. Yani bu kadar açık şekilde bir darbe girişiminin sözde hukuksal içeriği şu anda Sarraf davasının temelini ve gövdesini oluşturuyor.
Türkiye'nin sınırında bir PKK uydu devleti kurulmasına izin vermeyeceği, buna destek verenlerle otomatik olarak ilişkilerde ciddi sıkıntı yaşanacağı bilinmiyor mu? Hangi ülke böyle bir duruma izin verebilir? Türkiye Ankara'da DAEŞ lideri Baghdadi'yi barındırsa, ABD'ye karşı savaşan terör örgütlerine destek olsa, Washington ne düşünür, nasıl davranır? 15 Temmuz darbesinin devamı olarak Sarraf davasının ABD'de açılması nasıl sonuçlara yol açar?
Acaba bu sorular ABD'de soruluyor mu? Mutlaka soruluyor. Peki cevapları neler olabilir?
Mesele Türkiye'nin terbiye edilmesi ve ülkede bir siyasi dizaynın şartlarını oluşturmak ise, bu amaç geri teptiğinde ve başarısız olduğunda, ilişkilerin bir şekilde hızlıca düzeltileceği, kalınan yerden devam mı edileceği düşünülüyor?
Oysa "dürüst müttefiklik" ilkesi çerçevesinde bölgede ve her alanda ABD ve Türkiye'nin güçlerini, amaçlarını birleştirmeleri, terör örgütlerini devletleştirmekten daha meşru, kolay ve demokratik değil mi? Türkiye'yi bu kadar örselerken, örneğin, Ankara'nın Moskova ile yakınlaşmasından rahatsızlık duyulmasının bir gerekçesi olabilir mi?
Ama sanırım ABD tarafında bu türden bir sağduyu henüz oluşmuş değil veya birden fazla Amerika birbiri ile mücadele halinde. Bu türden maceraperest bir yaklaşım siyasi zayıflığı da akla getirmiyor değil. Umarız zayıflık her ne nedenle kaynaklanıyorsa, bir an evvel giderilir.
Çünkü dünyanın güçlü bir ABD-Türkiye dayanışmasına bu süreçte çok ihtiyacı var.