Türkiye IKYB Lideri Mesud Barzani'nin 25 Eylül'de ilan ettiği referandumdan vazgeçmesi için elinden gelen tüm dostane uyarıları yaptı, tüm çabaları ortaya koydu. Birçok üst düzey yetkili Erbil'e gönderildi. Barzani bu dostça uyarıları dinlemeyip yoluna devam ettiğinde de Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Yıldırım ve Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu 25 Eylül'e kadar dozajı arttırarak referandum kararının tüm bölgeye felaket getirecek büyük bir yanlış olduğunu anlatmaya çalıştılar.
Ancak olmadı… Barzani bu uyarıların önemini, kalkıştığı girişimin çılgınlığını anlamamakta direndi. Bu arada Türkiye'nin içindeki medya ve sivil toplum örgütlerini de etkilemeye çalıştı. Olay, sanki Türkiye'nin Kürtlerle bir meselesi varmış gibi sunulmaya çalışıldı. Ya da konu bir self determinasyon hakkından ibaretmiş gibi gösterilmeye gayret edildi. Türkiye'nin haklı uyarılarının ya bu argümanlarla, ya da İslamcı görüntülü bir Kürtçülükle itibarsızlaştırılmaya çalışıldığını gördük. Türkiye'de kafaların karışması istendi.
Oysa, Barzani'nin görülmemiş bir güç boşluğundan faydalanarak Irak Anayasası'nda Kürt özerk bölgesine girmeyen noktalarda, Kerkük gibi, peşmergelerle kurduğu kontrol oldukça kırılgandı. Bu kırılganlık ancak katılımcı bir süreçte, bölge ülkelerinin rızası ile bir noktaya getirilebilirdi. Bu güç boşluğundan faydalanarak, DAEŞ ile mücadele görüntüsü altında bölgede bir demografik değişim yaratmak felakete neden olabilirdi. Bir de buna referandum eklenip, Kerkük gibi bölgeler de referanduma dahil edilince, cin şişeden çıkmış oldu.
Türkiye'nin itirazı niyeydi?
Öncellikle Türkiye hem Suriye, hem Irak meselesinde her zaman toprak bütünlüğü ilkesine sahip çıktı ve bu ilke uyarınca samimi davranan tek ülke oldu. 1251 kmkarelik güney sınırındaki her olumsuzluk Türkiye'nin güvenliği ve çıkarları ile ilgili olmasına rağmen, asla fırsatçı davranmadı, bu ülkelere saygı duyarak hareket etti. Üç milyondan fazla Suriyeli ve Iraklı'nın yükünü tek başına taşıdı. Bu talihsiz insanlara kucağını açtı, 30 milyar dolar para harcadı.
Öte yandan, sınır bölgesinden PKK, YPG ve DAEŞ'li teröristler ülkeye sızıyor, kentleri bombalıyor, sivilleri, bebekleri öldürüyordu. Yani aslında Türkiye'nin uluslararası tüm anlaşmalara da uygun şekilde bu iki ülkede güçlü ordusu ile tasarruf yapması meşruydu. Bu tasarrufu kendi sınırlarını genişletmek, petrol ve doğalgaz havzalarında kontrol sağlamak için de suiistimal edebilirdi. Öyle ya, bu ülkelerden binlerce km ötede olan, hiçbir sınırı bulunmayan onlarca devlet petrol için Suriye ve Irak'taydı; kim Türkiye'yi böyle davranması halinde yargılayabilirdi?
Ama Türkiye böyle yapmadı. İçsavaşın ve terörün en büyük mağduru olduğu, milyarlarca dolar ekonomik kayıp yaşadığı halde, bu ülkelere art niyetle müdahale etmekten uzak durdu. Hatta bu ilkesel tavrın fazlaca abartıldığını da söyleyebiliriz. Çünkü bu iki sınır ülkesinde terör örgütleri devletleşiyor, aynı anda da Türkiye'yi hedef alıyorlardı.
Türkiye uzun zaman ABD ve koalisyon ülkelerini bu kritik durum için uyarmaya çalıştı. Diğer yandan Barzani'nin bir referanduma gitmesi, Irak anayasasının ihlali kadar, bölgede çok ciddi mezhep ve etnik çatışmalar çıkarabilir, bunun Türkiye'ye yansıması çok tehlikeli olabilirdi. Dizayn, Irak ve Suriye'de Türkiye'yi çevreleyecek ve ona düşman bir terör devletine doğru gidiyordu.
PYD/YPG'nin PKK'dan farklı bir terör örgütü olmadığı, Rakka'da açılan Öcalan posterleri ile de artık yadsınacak bir durum olmaktan çıkmıştı. Alfabenin tüm harflerini kullanarak ne kadar tabela örgütü yaratılırsa yaratılsın, YPG/PYD üzerinden burada Akdeniz'e sahili olan bir terör devletini kurmak ve onu meşru kabul ettirmek mümkün değildi.
Özellikle Fırat Kalkanı ile Türkiye DAEŞ'i çok kısa bir sürede güneyin içlerine süpürmüş, dört bin DAEŞ'liyi etkisiz hale getirmişti. Sınırlar artık kontrol altındaydı ve Batılı ülkeler, özellikle Avrupa Türkiye sayesinde rahat nefes alıyordu. Demek ki, DAEŞ tehdidi ile PYD'ye alan açılmasının bir gerekçesi yoktu. Zaten DAEŞ, PYD'nin nereyi ele geçirmesi gerekiyorsa önce orayı işgal ediyor, sonra da hiç çatışmadan PYD, yani PKK'ya terk ediyordu. Oyun deşifre olmuş, Türkiye Fırat Kalkanı ile bu oyuna son vermişti. Ardından gelen İdlib operasyonu ile Türkiye bu koridoru iyice imkansız hale getirdi.
Kurulan yeni oyun Barzani üzerinden gerçekleştirilecekti. Levant bölgesini, yani Irak'tan başlayıp Suriye'nin Akdeniz sahiline açılan hattında bir uydu Kürt devleti kurmak için, ki bu Türkiye'ye alternatif boru hattının da çizgisiydi, Türkiye'de PKK ile kıyaslandığında daha sempatik bulunan, dindar Kürtleri de etkileyecek, adı da PKK kadar yıpranmamış Barzani, onun partisi ve silahlı gücü peşmergeler sahaya sürülüyordu.
Böylelikle bir taş ile değil iki kuş, bir sürü kuşu vurmanın hesabı yapılmıştı. DAEŞ yenilmiş, paylaşım zamanı gelmişti. Türkiye Barzani'yi gözden çıkaramaz, sert bir karşılık veremezdi. Türkiye içindeki Kürtler self determinasyon hakkı gibi içi boş söylemlerle etkilenebilirdi. Daha sonra, yani maksat hasıl olup bu uydu devlet kurulduğunda, Barzani'nin tasfiye edilmesi zaten en kolay meseleydi. Yani Rusların Matruşka bebekleri gibi, Barzani'nin içinden istendiği zaman PKK'nın çıkartılması mümkündü.
Suriye ile ilgili olsun, Irak ile ilgili olsun, her zaman şunu samimi bir şekilde anlatmaya çalıştık. Suriye'deki koridor meselesi, Sincar gibi bölgelerin ikinci, üçüncü Kandil yapılması, sınırların değişmesi, ülkelerin parçalanması, Türkiye'nin kırmızıçizgisidir. Türkiye çökmeden, işgal edilmeden, yok edilmeden, bunlara sonuna kadar direnecek, her şeyi göze alacaktır. Zaten Türkiye ve Ankara, 15 Temmuz FETÖ darbe girişimini bölgeyi dizayn etmek üzere kararlı olan ülkelerin tam da bu nedenle yaptığını iyi biliyor.
Bölgede bundan bir asır önce aynı dizayn yapılmış, bu büyük çığın altında Türkler, Kürtler, Ermeniler birlikte kalmışlardı. Bu sefer de masum Kürtlerin kanının yeni dizayn için akıtılmasına karar verilmişti. Barzani, çocukluk hayalini gerçekleştirmek gibi bir yanılgıya düşmüş, Kürtleri tehlikeye atmıştı. Şimdi gelinen nokta ortada… 25 Eylül Referandumu artık tarih olmuştur. Barzani tasfiye edilecektir. Kürt özerk bölgesi Barzani ve Talabani arasında ikiye bölünecek, bu da kansız olmayacaktır. Öte yandan Kerkük, Tuzhurmatu gibi bölgeler Barzani'nin elinden çıkmıştır. İnisiyatif Bağdat'ın eline geçmiştir.
Halbuki Türkiye bölgede kalıcı barış ve istikrarı kuracak bir şekilde Barzani ile hareket etmek için elinden geleni yapmış ve ciddi riskler de yüklenmişti. Irak merkezi hükümetinin bütçeden payı kesmesiyle maaşları ödeyemeyen Barzani'ye kredi veren ülke Türkiye idi. Türkiye'nin tek isteği, etnik ve mezhepsel bir çatışmanın çıkmasını önlemek, bölgeyi bir refah ve barış havzasına çevirmekti. Bunu yapabilecek dürüstlük ve güce sahip tek ülke Türkiye idi.
Ancak Ankara hem Barzani tarafından, hem de PKK'nı silah bırakması sürecinde arkasından hançerlendi.
Türkiye'nin dış politikasında bir özelliği vardır. Türkiye merttir. Öngörülemeyen bir davranış içinde bulunmaz. Fırsatlardan yararlanmaya çalışmaz. Söze, barışa ve dürüstlüğe önem verir. Bu Türkiye'nin saflığından kaynaklanmıyor. Çünkü Türkiye dürüst ittifaka inanıyor. Dünya bir felakete sürüklenmeyecekse, ülkeler Türkiye'nin bu tarzını benimseyecekler.
Ancak Türkiye'nin bir diğer özelliği, çok şaşırtıcı ve cesur hamleler yapabilmesidir. 15 Temmuz gibi çok ağır bir darbeyi milletin sivil direnişiyle savuran Türkiye, 40 gün sonra Cerablus'a girmiş ve çok başarılı bir sınırötesi operasyon yapmıştır. Bu bölgede yüzlerce yıl önder ülke olabilmek bazı yetenekleri ciddi şekilde geliştirmiştir.
Üstelik Türkiye ahlaki olarak da üstün bir noktadadır. Suriye ve Irak konusunda hiçbir ülke Türkiye'ye ders veremez. ABD girmemesi gerektiği anda Irak'a girmiş, çıkmaması gereken zamanda da çıkmış, Türkiye'yi Suriye konusunda yalnız bırakmakla kalmamış, PKK'nın Suriye koluna binlerce TIR ağır silah vermiştir. PYD/PKK Suriye'de başarısız olacaktır. FETÖ liderinin Pensilvanya'da konuk edilmesinin de Baghdadi'nin Ankara'da konuk edilmesinden bir farkı yoktur. Amerika her iki tasarrufu nedeniyle de tarih önünde zor durumda kalacaktır.
Bölgede Türkiye'ye rağmen iş yapmak isteyenleri Barzani'nin kaderi bekliyor. Türkiye gibi paha biçilmez bir müttefiki hangi akıl bu kadar incitme riskini alıyorsa, bu yoldan dönmesi kaçınılmazdır.