Türkiye'yi yöneten 13 yıllık bir iktidar partisinin umulan veya beklenen şekilde hiçbir yorgunluk emaresi göstermiyor olması, iktidar partisinin aslında hala muhalefet hareketi olma özelliğini koruyor olmasından ileri geliyor. 13 yıldır AK Parti'nin muhalefet tarafından yanlış analiz edildiğini, kibirli bir bakışla AK Parti'ye onda olmayan özellikler, zaaflar atfedildiğini, bunun ise muhalefetin başarısızlığını garantilediğini yazıyorum.
Bu noktada HDP belki bir maya olabilirdi. Ancak halkın bu talebine cevap vermek yerine, eski Türkiye'nin ihyasında halk iradesi karşıtı ittifaka katılması büyük bir düş kırıklığı oldu. AK Parti için nasıl 27 Nisan'da askerin muhtırasına karşı durması bir kırılma noktası olduysa, HDP için de negatif anlamda kırılma noktası 6-8 Ekim ayaklanma çağrısıydı. AK Parti bu tercihi ile Yeni Türkiye projesini taşıma olgunluğuna ve cesaretine sahip olduğunu gösterdi. HDP ise "ayaklan" muhtırasına direnemedi. Barış ve sivil siyaset yerine, karanlık dehlizlerde bir PKK Kuzey Kore'si hayalinin peşinden gitti. Böylelikle barışı kurma konusunda ehil olmadığını bizzat dindar ve laik Kürtlere ispatlamış oldu.
6-8 Ekim'de bu "ayaklan" muhtırası artık nereden geldiyse, oraya karşı dik durabilen bir HDP bugün baraj derdi olmadan Yeni Türkiye'nin kurucu unsuru olarak desteklenirdi. Ancak artık HDP eski Türkiye'nin ihyası adına beş benzemezlerin her alanda desteklediği bir koçbaşına dönüşmüş durumda.
Negatif, çatışmacı üslup ile halkın kalbine girmek, güven aşılamak mümkün değil. 28 Şubat'ta darbecilerin "Muhtar bile olamaz" sloganının 2015 modelini HDP "Seni başkan yaptırmayacağız" diye yeniden üretti. Oysa HDP de pekâlâ biliyor ki, başkanlık sistemi Erdoğan'ın kişisel meselesi değil, bir bağımsızlaşma adımıdır. Sayın Erdoğan yüzde 52 ile halkın seçtiği bir liderdir ve ona saldıran halka saldırıyor demektir, halka karşı demektir. HDP'nin "Seni Başkan yaptırmayacağız" sözünün açılımı "Halkı bu ülkede amir yaptırmayacağız" demektir.
HDP pozitif sivil siyasete sırt dönünce masa başında mühendislik peşine düştü. AK Parti ve Sayın Erdoğan düşman olarak belirlenince de yöntem belliydi. Erdoğan nefreti üzerine oynamak… Ama bu nefretin kâhyası zaten CHP... HDP nasıl barajı geçecekti? Aynı anda Alevi ve muhafazakâr Kürtlerin oyunu nasıl alacaktı? Bu ancak pozitif siyasetle olurdu ki, bu da AK Parti'yle kavga etmeyi anlamsızlaştıracaktı. O yüzden HDP yalpalamaya başladı. Takıntılı laikçilere hoş görünmek için dine saldırmaya başlayınca muhafazakâr Kürtleri kaybetti. Muhafazakâr Kürtleri Kürtçülük ve tehditle kazanmaya çalışırken de duvara tosladı. Doğal siyaset izlemediği için tüm zeminlerini kırarak ilerledi.
Muhafazakâr Kürtlerin Kürtçülük hissiyatına yenilerek HDP'ye oy vermesi ile muhafazakâr Türklerin ulusalcılık adına CHP'ye oy vermesi arasında bir fark yok. Yani saçma, sosyoloji ve siyasi gerçeklikle ters. Muhafazakâr Kürtlerin Kürt inkârını ahlaki ve adil bir tavırla AK Parti'nin bitirdiğini, bundan sonra da barışın tek güvencesinin AK Parti hükümeti olduğunu, AK Parti'nin zayıflamasının bir karşı devrim olacağını gördükleri unutuldu. Dolayısıyla AK Parti'ye HDP'nin cemaatçi ağzıyla açtığı savaş, bir bumerang gibi geri dönmeye başladı.
Dediğimiz gibi, seçim sonuçları HDP'de de taşları yerine oturtacak. Derslerini daha iyi çalışmaları için sınıfta kalmaları bir felaket olmaz. Bunu bir felaket veya tehdit olarak pazarlayarak Kürtler rehin alınamaz. Biz Gezi'yi de, 17/25 Aralık'ı da, 6-8 Ekim vandalizmini de atlattık. Yaklaşan seçimler Türkiye'de taşları yerine oturtacak.