Geçtiğimiz yedi yıl boyunca Washington'daki en önemli belirsizliklerden biri, Suriye politikası oldu. ABD'nin bu konudaki tutumunu tanımlayan belli başlı unsurlar, söylem ile eylem arasındaki tutarsızlık, stratejisizlik ve kararsızlık idi. ABD dış politikasının yaşadığı genel itibar kaybında önemli bir rol oynayan bu mesele, ABD'nin hem Ortadoğu'daki hem de Avrupa'daki müttefikleriyle sürtüşmelere yol açarken, Washington'daki kurumlar arasında da en şiddetli tartışmalardan birine sebep oldu.
Bu yüzden, Dışişleri Bakanı Rex Tillerson ülkesinin yeni Suriye stratejisini açıkladığında, söz konusu stratejinin hem bölge için hem de ABD'nin genel Ortadoğu politikası açısından olası yansımalarını tartışmaya tenezzül eden pek çıkmadı.
Başkan Donald Trump göreve geldikten sonra, Obama yönetiminin politikalarını uygulamaya karar verdi. Yakın zamana kadar ABD'nin Suriye politikasına yön veren en önemli aktörler, daha önce Obama tarafından atanmış isimlerdi. Deaş'la mücadeleye verilen öncelik Trump'ın Suriye politikasının belkemiğini oluşturmaya devam ediyor. Bundan dolayı, PKK'nın Suriye kolu Halk Savunma Birlikleri'ne (YPG) yönelik Amerikan desteği ikili ilişkilerde Türkiye'yi hâlâ rahatsız ediyor. Bu yüzden, sahada uygulanan taktikler ABD'nin stratejisini biçimlendirmeye devam ediyor. Dolayısıyla, ABD hükümetinin değişik kurumlarından birbiriyle çelişen açıklamalar geliyor.
Şimdi Suriye'deki çatışmada bir başka kritik dönemece girilirken, ABD'nin tutumunda son birkaç haftadır değişiklik işaretleri görülüyor. Ancak bunun anlamlı bir değişiklik olup olmayacağını sadece eylemler gösterecek. Beyaz Saray'daki mevcut yönetimin en üst katmanlarından farklı politika önerileri dile getirildiği önemle hatırlanmalı. Başkan Trump seçimlerin ardından, önce Rusya ile Suriye konusunda birlikte çalışma ihtimali bulunduğunun işaretini vermiş, daha sonra da ABD'nin Suriye'den çekilmeyi planladığını açıklamıştı. ABD hükümetinin değişik kurumları arasında, bölgeden çekilme konusunda yakın zamanlara kadar tartışmalar yaşandı. ABD ayrıca, Suriye rejiminin etki alanını ülkenin güneyine doğru genişletmesi sırasında da pasif kaldı.
Suriye'de İdlib'e yönelik bir harekât gündeme gelmeye başlayınca, ABD'nin politikası başkanın Suriye'den çekilme kararından alternatif bir plana doğru evrildi. Bu değişimin ilk işareti, muhtemel bir kimyasal silah kullanımıyla ilgili olarak Suriye rejimine sürekli uyarılarda bulunulmasıydı. Yönetim bir anda ilk kez, kimyasal silah saldırısı düzenlenmesi halinde sorumluların doğrudan hedef alınacağına dair tehditler savuruyordu. ABD yönetiminden çeşitli isimler, bu mesajı Rus muhataplarına da iletiyordu. Sonradan, bu yeni politikanın bir başka boyutu daha ortaya çıkmaya başladı. Bu kez Başkan Trump'ın savunma politikaları ekibinden bazı kişiler, ABD'nin Deaş yok edilinceye kadar Suriye'de kalabileceğini söylemeye başladı. Fakat bunun hemen ardından, yeni bir amaç olarak İran'ın bölgedeki nüfuzunu kırmaktan söz edilmeye başlandı.
An itibarıyla, ABD'nin politikasında fazla bir hareketlilik gözlenmiyor. Deaş'ı işgal ettiği bölgelerden çıkarmak, bu mücadelenin yalnızca bir boyutu. Suriye'de savaştıktan sonra geri dönen yabancı savaşçılar sorunu ve Deaş mensuplarının ayaklanma ihtimali, ilgilenilmesi gereken çok daha ciddi meseleler. ABD'nin bu güncel tehditle baş etmek için ne tür işbirlikleri yapacağı belli değil. Mevcut Suriye stratejisinde bu konuya önem verilmeli ve söz konusu sorunla uzun vadeli bir mücadele yürütmek için ittifaklar kurmanın yolları araştırılmalı. Buna ilaveten, ABD'nin Ortadoğu jeopolitiğine nasıl baktığı da net değil. Mevcut politikasından hareketle, ABD'nin Suriye'yi İran'ın nüfuz alanına girmiş bir ülke olarak bırakmak istemediğini söyleyebiliriz. Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'nun ortaya attığı İran stratejisine ek olarak, Başkan Trump Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'ni İran konusunu görüşmek üzere bu ay içinde toplantıya çağırmaya hazırlanıyor. Yönetimden yetkililer sürekli olarak, İran'ın nüfuz alanını genişletmesine karşı olduklarını vurguluyor. Ancak Rusya konusunda yönetimde aynı uyumu göremiyoruz. ABD'nin BM Daimi Temsilcisi Nikki Haley'in Güvenlik Konseyi'ndeki fazlasıyla sert söylemleri, Başkan Trump'ın Rusya konusundaki gayet yumuşak tutumuyla çelişiyor.
Rusya'nın Suriye'deki varlığına ABD'nin nasıl baktığı tam anlamıyla net değil. Bir yandan, Rusya'nın Suriye'deki nüfuzu çatışmaya siyasi bir çözüm bulunması açısından elzem görülürken, diğer taraftan da Rusya bu ülkedeki istikrarsızlığın temel sebeplerinden biri olarak görülüyor. Özellikle kimyasal silah saldırısı olasılığıyla ilgili yakın zamanda yaşanan ağız dalaşı, bu sorunu açıkça ortaya koydu.
Başkan Trump, Suriye rejiminin sivil kayıplara yol açacak muhtemel bir kimyasal silah saldırısının ABD'yi çok öfkelendireceğini altını çizerek vurguladığı gibi, üstü kapalı olarak rejime saldırma tehdidinde de bulundu. Ayrıca Suriye meselesinde, ABD'nin Esad'la ilgili tutumu da çok net değil. Obama'nın "Esad mutlaka gitmeli" ısrarının yerini, Trump dönemindeki muğlak bir tutum aldı. Gazeteci Bob Woodward'ın yakın zamanda çıkan kitabında anlatılanlara göre, Trump bir keresinde yardımcılarına, Esad'ı öldürüp öldüremeyeceklerini sormuş. Ancak ABD en sonunda daha nüanslı bir noktaya geldi. Bundan birkaç gün önce çıkan haberlerde, ABD'nin Esad'ı Suriye'nin yeniden inşasına katkıda bulunabilecek biri olarak görmemekle birlikte Esad'ın devrilmesi için çaba göstermeye de isteksiz olduğu belirtildi. Dolayısıyla bu durum, ABD'nin Esad'a yönelik tutumunda soru işaretleri bulunduğu anlamına geliyor.
Bu yüzden, ABD'nin Suriye politikasında net olarak belirlenmiş bir öncelikler grubu yok. Keza belirgin bir stratejisi de bulunmuyor. ABD yönetimi ilk kez Suriye'nin yeniden inşası hakkında müzakerelerde bulunacak siviller atamaya başlarken, siyasi bir çözüm bulmaya çok daha kararlı görünüyor. Ancak önümüzdeki aylarda hareketli günler yaşanacak. İdlib'e yönelik bir operasyon ve ABD'nin bu operasyona vereceği tepki, Amerika'nın bölgeyle ilgili asıl niyetlerini gözler önüne serecek.