ABD'nin yeni ulusal güvenlik stratejisi, geçtiğimiz hafta Beyaz Saray tarafından açıklandı. Strateji belgesi, yönetimin hem dünyayla ilgili hem de ABD dış politikası ve güvenlik politikasıyla ilgili görüşlerini yansıtıyor. Belge kamuya açıklanmadan önce de işaret edildiği üzere, ABD'nin güvenlik stratejisi dört temel unsura dayanıyor: 1- ABD anakarasını, Amerikan halkını ve Amerikan hayat tarzını korumak; 2- Amerika'nın refahını korumak ve güçlendirmek; 3- Barışı güçle korumak; 4- Amerika'nın etkinliğini ve gücünü arttırmak. Belge esasen, Başkan Donald Trump'ın dış politika söylemleri ile kampanya sırasında verdiği vaatlerin yazıya dökülmüş hali. Ancak bazı konulardaki muğlak ifadeler, ABD'nin bu hedeflere nasıl ulaşacağı konusunda belirsizlik yaratıyor. Asıl soru ise şu: Bu hedef ve önceliklerin ne kadarı, ABD yönetiminin dış politikaya yön veren kurumlarınca benimsenerek uygulamaya geçirilecek? Özellikle yönetimin farklı katmanlarının çeşitli dış politika krizleri sırasındaki görüş ayrılıkları dikkate alındığında, yönetim bu politikaları kolayca hayata geçirmekte zorlanabilir. Dahası, Dışişleri Bakanlığı bütçesinde ve personel sayısında kesintiye gidildiği bir dönemde bu hedeflerin bazılarının – bilhassa diplomasiyle ilişkili olanların – nasıl gerçekleştirileceği de belli değil.
Ulusal Güvenlik Stratejisi (NSS) hakkında, bu kısa köşe yazısında bahsedilmeye değer birkaç husus var. İlk olarak, giriş bölümünden itibaren önceki yönetimlere dair eleştiriler hemen göze çarpıyor. Başkan Trump belgenin giriş bölümünde, önceki yönetimlerin politikaları yüzünden miras aldığı sıkıntılı güvenlik ortamını anlatıyor. Belgede defalarca, ne George W. Bush'un ne de Barack Obama'nın politikalarının, sorunları çözmek ve ABD'nin çıkarlarını ilerletmek açısından net tavsiyeler ortaya koymadığı vurgulanıyor. Bu yüzden de, Trump'ın dış politikasını önceki başkanların politikalarından ayırmak için sürekli çaba gösteriliyor. Bütün NSS belgeleri ABD'nin çıkarlarını korumayı ve ilerletmeyi amaçlasa da, bu belgenin ana fikri olarak "Önce Amerika" ifadesi daima vurgulanıyor.
İkinci olarak, belgede çok sayıda ciddi sorun ve tehdit öne çıkarılıyor. Mesela Rusya ve Çin, ABD'nin gücüne ve nüfuzuna karşı çıkan revizyonist güçler olarak aynı kategoride değerlendiriliyor. Bu iki ülke, strateji belgesinde tam sekiz kez birlikte zikrediliyor. Oysa gerçekte bu ülkeler, ABD'nin gücüne çok farklı şekillerde meydan okuyor. Ukrayna krizinin NATO açısından yarattığı sorunlar ve Rus hackerların ABD seçimlerine müdahalesi ile, ABD'nin müttefikleri ve ortaklarının Güney Çin Denizi'nde karşılaştığı sorunlar ve haksız ticari uygulamaların ABD ekonomisine yönelik etkileri birbirinden tamamen farklı. Bu iki ülkeyi ABD ile ilişkileri bakımından aynı kategoride ele almanın ne kadar doğru olduğu tartışılır. Benzer şekilde, İran ve Kuzey Kore'den tehdit yaratan rejimler olarak bahsediliyor. Ancak her iki ülkenin kendi bölgeleri ve ABD dış politikası açısından yarattığı sorunlar çok farklı.
Üçüncü olarak, söylem, eylem ve NSS belgesi arasındaki tutarlılıkla ilgili soru işaretleri bulunuyor. Örneğin belgenin yayınlanmasının hemen ardından medyada çıkan haberler, belgedeki Rusya'ya yönelik söylem ile başkanın belgeyi kamuoyuna açıklarken kullandığı ifadeler arasındaki farkı ortaya koydu. Strateji belgesinde Rusya ciddi bir tehdit olarak gösterilirken, Trump yaptığı konuşmada belgeye hâkim olan söylem ile üsluptan kaçındı. Bu, Trump karşıtlarının son bir yıldır sürekli değindiği bir konu.
Belgenin akıllara getirdiği bir başka soru da, ABD'nin "Önce Amerika" yaklaşımı ile ittifaklarının güçlendirme hedefini birbiriyle nasıl uzlaştırmayı planladığı. Küresel siyasi meydan okumalar göz önüne alınırsa, ABD'nin dünyanın değişik yerlerinde ittifaklara ve ortaklara ihtiyacı var. "Önce Amerika" yaklaşımı ABD'nin müttefiklerine ne fayda sağlar? ABD'nin önerdiği politikalar müttefikleri nasıl ikna edecek? Özellikle ABD'nin Trans-Pasifik Ortaklığı (TPP) ve Paris İklim Anlaşması gibi çok taraflı girişimlerin çoğundan çekilmekte olduğu ve tabii birçok müttefiki değişik sebeplerle küstürdüğü bir dönemde, bazı ABD müttefiklerini bu yeni yaklaşıma razı etmek zorlaşabilir.
Dolayısıyla, ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi ve Ulusal Güvenlik Danışman Yardımcısı James Jeffrey'in vurguladığı gibi, bu belge ABD dış politikasının geleceği açısından çeşitli soru işaretleri yaratıyor. Strateji belgesiyle ilgili asıl tartışmalar, yönetimin bu stratejileri uygulamaya geçirmesiyle beraber önümüzdeki üç yılda yaşanacak. Belgenin ABD dış politikasını anlamak bakımından yararlı olup olmadığı işte o zaman anlaşılacak.