ABD Başkanı Donald Trump'ın ziyaretinin hemen ardından Asya ülkelerine giderek karar alıcılar, uzmanlar ve gazetecilerle güvenlik kaygıları ve küresel sorunlar hakkında diyaloğa girmek ilginç bir deneyim oldu. ABD halen Güney Kore ve Japonya gibi ülkelerin güvenliği açısından en önemli dış aktör olarak görülüyor. Bu iki ülke, bir yandan karasuları arasındaki bölgede bulunan adalara ve tarihsel sorunlara dair tartışmalar gibi kendi aralarında çözmeleri gereken bir dizi soruna sahipken, bir yandan da nükleer silah sahibi Kuzey Kore'yle ilgili benzer güvenlik kaygıları taşıyor. Trump yönetiminin başlangıcından beri bu bölge, ABD'nin buradaki rolünün ne şekil alacağını yakından takip ediyor. Önceki yazılarımda, birbiriyle çelişen açıklamalardan ve bölgeye hakim olan kafa karışıklığından birçok kez bahsettim. Başkan Trump'ın ziyareti kaygıları bir miktar yatıştırmasına rağmen, ABD'nin bölgedeki rolüne ilişkin düşük yoğunluklu şüpheciliğin hâlâ devam ettiği görülüyor.
Kaygıları bir miktar yatıştıran şey, Trump'ın Güney Kore ve Japonya'da yaptığı konuşmalar oldu. ABD başkanlık seçimlerinden bu yana geçen tam bir yıllık sürede, bu ülke kamuoylarında bir kafa karışıklığı vardı. Her iki ülke de Başkan'ın tweetleri, kampanya sırasında yaptığı vaatler ve başkanlık koltuğuna geçtikten sonra attığı adımlar gibi çeşitli kaynaklara bakarak ABD dış politikasının yönünü tahmin etmeye çalışıyordu. Gerek ilgili çevreler gerekse genel olarak bu iki ülkenin durumu dikkatle izleyen kamuoyları açısından, Trump'ın konuşması bazı bakımlardan Başkan'ın tutumunu açıklığa kavuşturdu. Kuzey Kore'nin bölgedeki saldırgan politikasını devam ettirmesi halinde ABD'nin harekete geçeceği yönündeki açıklamalar, birçok kişiye güven verdi. Örneğin, Trump Güney Kore'nin başkenti Seul'deki konuşmasında, "Tarihin çöplüğü, Amerika'nın kararlılığını akılsızca sınamış rejimlerle doludur. Her kim ABD'nin gücünden ve kararlılığından şüphe ederse, geçmişimize baksın. O zaman hiçbir şüphesi kalmaz. Ne Amerika'nın ne de müttefiklerinin şantaja veya saldırıya maruz kalmasına asla izin vermeyeceğiz," dedi. Çoğu kişi bu açıklamayı, Başkan Trump'ın ülkelerinin güvenliği konusunda verdiği bir garanti olarak gösterdi. Daha da önemlisi, Seul'deki birçok kişi, Başkan Trump'ın daha önce her tür müzakere fikrini reddetmesine rağmen bu kez Kuzey Kore rejimini müzakere masasına çağırmasını önemli buldu. Krizin tırmanması nedeniyle yakın zamanda ekonomide ciddi bir gerginlik yaşayan Güney Koreliler, bu adımı memnuniyetle karşıladı. ABD yönetiminin bu tutumu Amerika'nın Kuzey Kore politikası hakkında Güney Kore'de gündeme gelen tüm sorulara cevap vermese de, Trump'ın açıklamaları ve ziyareti ileriye doğru olumlu bir adım niteliğindeydi.
Güvenlik konusunda rahatlama yaratan bu gelişmelere rağmen, bölge ülkelerinde hâlâ soru işaretleri oluşturan başka bazı konular da var. Başkan Trump'ın Paris İklim Anlaşması gibi birtakım küresel girişimlerden çekilme hamlesinin birçok kişide ciddi ölçüde hayal kırıklığı yarattığı aşikâr. Buna ilaveten, Trump'ın çok taraflı ticaret anlaşmaları konusundaki tutumu ile uluslararası liberal düzenin geleceğine dair endişeler, hem Güney Kore hem de Japonya açısından önem arz eden konular. Trump'ın Asya gezisinin ardından şimdi gerek Güney Kore gerekse Japonya'da, Amerika'nın tutumunu ve önceliklerini anlamak ve bu ülkedeki herhangi bir politika değişikliğine karşı hazır olmak amacıyla Beyaz Saray ile iletişimi en üst seviyede tutmak için heves var.
Tabii şüphesiz ki, bu arada hem Japonya hem de Güney Kore için önemli bir ev ödevi de Amerika ve Çin ile adeta üçlü bir ilişki yürütmek. Bu konu bilhassa Güney Kore açısından çok daha fazla önem taşıyor. ABD'nin Güney Kore'ye Bölge Yüksek İrtifa Hava Savunması (THAAD) sistemini yerleştirmesinden kaynaklanan kriz yüzünden, Seul ile Pekin hayli ciddi bir gerginlik yaşadı. Bu durum Güney Kore ekonomisine pahalıya patladı. Çin'in uygulayabileceği cezalandırıcı ekonomik önlemler göz önüne alındığında, Güney Kore'nin Çin ile Amerika arasında denge tutturması çok önemli. Japonya açısından bakıldığında ise, durum hem daha basit hem de daha zor görünüyor. Çin ile uzun zamandır devam eden ihtilafların olduğu bir ortamda Japon hükümeti, ABD'nin ikili anlaşmalar kapsamında verdiği güvenlik taahhütlerini ihtiyaç duyulduğu takdirde yerine getirmesini garanti etmeye çalışacak.