Bugünlerde uzun bir aradan sonra, Suriye'nin geleceğine ve ABD'nin bu konuda nasıl bir rol oynaması gerektiğine dair tekrar makaleler ve gazete yazıları çıkmaya başladı. Özellikle Deaş'ın ortaya çıkmasını takiben ABD'nin Suriye politikası bu örgütün yok edilmesine odaklanırken, Washington'daki karar alıcılar Suriye'deki çatışma hakkında konuşmaktan çoğunlukla kaçındı. ABD yönetimi müttefiklerin baskılarına rağmen Suriye'de barışı tesis etmek, çatışmayı sona erdirmek, dönüşüm ve uzlaşma sağlamak ve ülkenin yeniden imarı konusunda kapsamlı bir strateji oluşturmamayı tercih etti. ABD'nin bu stratejisi (veya stratejisizliği) şu sıralarda tekrar tartışılıyor. Yıllar süren eylemsizlik ve kararsızlık ile net bir strateji belirlemeden yürütülen operasyonların ardından şimdi, ortada yine ABD'nin politikasına yön vermeye çalışan iki farklı grup var. Günümüzün müdahale yanlılarının Suriye'nin geleceğini umursamadığı ve esasen İran'ın bu ülkedeki rolüne odaklandığı görülüyor. Onlara göre ABD, İran'ın bölgedeki nüfuzunu kırmak için devreye girmeli. İran'ın bölgedeki gücünü kırma konusu, Başkan Trump'ın dış politikayla ilgili son konuşmasında da zikredildi. Bu görüştekilerin cevaplaması gereken bazı sorular var. İran'la geniş çaplı bir çatışmaya girmenin getireceği risklerin ve çatışmanın yayılmasının nasıl önleneceğinin açıklığa kavuşturulması gerekiyor. Bunlar bir süredir dile getirilen soruların sadece bir kısmı.
Bu grubun karşısındaki müdahale karşıtları ise, ABD'nin Suriye'den uzak durmasını tavsiye ediyor. Örneğin; Aaron Miller ve Richard Sokolsky yakın zamanda çıkan "Başkana Hatırlatma" başlıklı yazılarında Trump'a, Suriye'nin ABD çıkarları açısından hayati bir önem taşımadığını belirtti. Müdahale yanlılarını ve onların İran'a odaklanma tavsiyelerini eleştiren yazarlar, "Suriye ABD'ye yakın, Batı yanlısı ve istikrarlı bir devlet olmayacak. Hatta Washington'ın bu ülke üzerinde ciddi bir nüfuzu da olmayacak" diye yazdı. Dolayısıyla, "ABD'nin toplu katliamları durdurmak için harekete geçmemesi dış politikasında bir istisnadan ziyade kural oldu." Bu, Obama yönetiminin, Suriye'deki kargaşadan ABD'nin sorumlu olmadığını ve ABD'nin bu ülkedeki çatışmaya müdahale etmesini gerektiren hayati çıkarları bulunmadığını açıklamasından sonra sürekli dile getirilen görüşle aynı. ABD müttefiklerinin güvenliği ile Ortadoğu'daki istikrarın Amerika için ne kadar önemli olduğu belli değil. ABD'nin müttefiklerle ilişkileri son birkaç yıldır bozulduğu için karşılıklı güven ortamı zarar gördü. Sadece bunun bile ulusal güvenlik açısından ciddi bir risk olarak görülmesi gerekirken, Ortadoğu'nun kalbinde başarısız bir devletin ortaya çıkması işleri iyice zorlaştırır. Bu tür bir sorun yalnızca bölgeyi değil, uluslararası güvenlik sistemini de tehdit eder. Afganistan örneği hafızalarda hâlâ canlı. Dolayısıyla, ABD'nin çok geç olmadan başarısız bir devleti çevreleme ve kontrol altına alma yönünde adımlar atması gerek.
Esad'ın altı yıllık iç savaşa rağmen iktidarda olması ayakta kaldığını gösterse de, bu onun kendi cesareti veya mukavemeti sayesinde gerçekleşmedi. Esad'ın iktidarda kalmasının esas sebebi, ABD'nin sahadaki ortaklarını korumak ve desteklemek içine hiçbir taahhüde girmediği bir ortamda Esad'ın müttefiklerinin sergilediği azim idi. Suriyeli muhalifler bir ara, aynı anda Hizbullah, İranlı milisler, Suriye askerleri ve milisleri ve Rus hava kuvvetleri ile çarpıştı. Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) yıllardır hava desteğinden yoksun kalırken, Esad rejimine bağlı milisler Rus hava kuvvetlerinden destek aldı. Esad rejiminin yabancı savaşçı sorunu ve İran'ın desteğiyle dünyanın çeşitli bölgelerinden Suriye'ye getirilen ve sayıları giderek artan savaşçılar medyada fazla haber olmadı. Bu konuya diğer terörist savaşçılar kadar hassasiyet gösterilmedi. ABD'nin bölgede arkasında bıraktığı boşluk nedeniyle, Rusya bugünlerde hem Suriye'de hem de Ortadoğu genelinde daha önemli bir güç odağı haline geldi. ABD'nin ilgisizliği, bu ülkenin tüm dünyadaki itibarıyla ilgili ciddi bir tartışma yarattı. Miller ve Sokolsky, Rakka operasyonu sonrasında Esad rejimiyle PKK'ya bağlı gruplar arasındaki muhtemel bir anlaşmadan da bahsediyor. ABD'nin, PKK'nın Suriye kolu YPG ile ilişkilerindeki çıkış stratejisine dair sorular da hâlâ yanıtsız. Birçok kişi, ABD'yle YPG arasındaki "taktik ve geçici" işbirliğinin ne anlama geldiğini soruyor. Ama maalesef bu sorunun net bir yanıtı yok.
Mevcut durumun ABD'nin Suriye politikasının geleceğini nasıl etkileyeceğini bilmek önem taşıyor. Miller ve Sokolsky'ye göre en doğru tutum, çatışmadan uzak durmak ve Suriye'ye komşu ülkelerin mülteci sorunuyla baş etmesine yardımcı olmak. Eylemsizlik nedense en az risk içeren seçenek olarak görülüyor. ABD'nin Suriye politikası onlarca yıldır bu çizgide. Harekete geçmemenin öngörülemez sonuçlar doğurma olasılığı ve Suriye'de beklenmedik gelişmeler olması halinde durumun büyük ihtimalle kontrol edilemeyecek oluşu, hiçbir zaman ciddiye alınmadı. Bölgedeki mevcut "keşmekeşin" bir sebebi de bu. Tabii, müdahalecilerin Suriye'deki çatışmaya yaklaşımı ve bazı hedefleri de kendi içinde sorunlu. Bu görüştekilerin ABD'yi Irak savaşına sürüklediği gerçeği, ne tür bir maceraya atılabileceklerine dair fikir veriyor. Ama bu noktada Suriye'deki çatışmadan uzak durma görüşünün ağır basması herkesi, ABD'nin bölgedeki yeni eylemsizliğinin sonuçları hakkında daha çok endişelendirmeli.