Donald Trump'ın geçtiğimiz hafta Amerika'yı Paris İklim Anlaşması'ndan çekme kararının ardından birçok uzman, bu kararın uluslararası sistemin geleceği açısından ne tür yansımaları olacağı konusunda fikir yürüttü. Dünyanın en güçlü ülkesinin, bugüne kadar varılan en etkili anlaşmalardan biri olduğu düşünülen çok önemli bir uluslararası uzlaşmayı tanımaması, küresel düzenin geleceği bakımından tehlikeli bir gelişme olarak görüldü. Ama öyle görünüyor ki bu karar, ABD'nin yaptığı çeşitli sıradışı hamlelerin sadece sonuncusu.
Trump'ın kararı, ABD'nin Trans-Pasifik Ortaklığı'ndan (TPP) çekildiği ve Trump'ın sürekli NATO'yu eleştirdiği bir ortamda geldi. Kimilerine göre, ABD'nin dünyanın başka bölgeleriyle ilgilenme konusundaki isteksizliğiyle birlikte düşünüldüğünde, bu hamleler önemli hale geliyor ve ülkenin bölgesel taahhütlerine ve anlaşmalara yönelik yeni yaklaşımını yansıtıyor. Nitekim Trump'ın kararının sonuçlarına dair çok çeşitli yorumlar yapıldı. Bazı uzmanlara bakılırsa, Trump'ın NATO hakkındaki açıklamaları ve Atlantik ittifakına olan yaklaşımı, Rusya'yı bölgede daha da cesaretlendirebilir. Öte yandan, TPP'den çekilme kararı zaten Çin açısından bir zafer olarak yorumlanmıştı.
Sonuçta bütün bu gelişmeler, ABD'nin uluslararası sistemdeki rolünü değiştirme niyetinde olduğunu gösterdi. Bu yeni bir gelişme değil. ABD yönetimleri bir süreden beri, mevcut uluslararası düzeni gözden geçirme ihtiyacına işaret etmekteydi. ABD'nin dünyanın jandarması olmadığı söylemi ile "geriden liderlik etme" ve "geri çekilme" argümanlarını dile getiren muhtelif Amerikan yönetimleri, küresel siyasetin mevcut şeklini değiştirme arzularını ifade etmekteydi. Bu köşede daha önce de belirttiğim üzere, bu söylemlerle ilgili en büyük sorun, ABD'nin gerek müttefiklerine dair gerekse gelecekteki kendi rolüne ilişkin beklentilerini net biçimde ifade etmemesi. 2008 yılında patlak veren küresel finans krizini takiben Amerika'nın liderliğinin sona erdiği bir dünya hakkında teoriler geliştiren uzmanlar, ABD sonrası dünya düzenini tartışmaya başlamıştı. İlginçtir ki; daha önceki tartışmalar ülkenin mali açıdan çöküşüne odaklanırken, günümüzdeki tartışmalar ABD'nin küresel jandarma rolünü bırakmaya çok istekli olduğu bir dönemde gerçekleşiyor. Ancak hâlihazırda, uluslararası sistemin kural koyucusu olmaya hevesli adaylar yok. Süper gücün değişmesi sorunlu bir süreç. Daha önceki tartışmalarda, küresel ekonomik ve siyasi gücü sırtlanmaya ve süper güç olmaya uygun Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin gibi bazı ülkelerden söz edilmişti. Oysa şu anda, ABD'nin dünyadaki gücüne kimin meydan okuyacağına pek değinilmiyor. Artık yükselen süper güçlerden söz eden yok. Bunun yerine, yükselen piyasalar ifadesi kullanılıyor.
Bu kritik dönemeçte küresel düzenin geleceğine dair belirsizlik, uluslararası güvenlik ve istikrara yönelik tehditlerin giderilmesini geciktiriyor ve engelliyor. Örneğin; Alman Şansölyesi Angela Merkel'in NATO zirvesi sonrasında yaptığı açıklamalar, ABD'nin müttefikleri arasındaki kafa karışıklığını ve bunların yeni bir küresel dış politika ve güvenlik politikası arayışını gözler önüne serdi. Geçtiğimiz hafta Katar ile Körfez İşbirliği Konseyi'nin (GCC) diğer üyeleri arasında patlayan krizle beraber, bu kafa karışıklığı tekrar gündeme geldi. Beyaz Saray ile ABD'nin diğer resmi makamlarının krizin ilk aşamasında verdiği tepkiler, bölgedeki çoğu tarafın kafasını karıştırdı. Söz konusu krizin ABD'nin bölgedeki üslerine ev sahipliği yapan ortakları arasında cereyan ettiğine dikkat çeken birçok kişi, Amerika'nın bu meselede çok daha etkin bir rol üstlenmesi gerektiğini düşündü. Tıpkı öteki kriz konuları gibi bu konu da, uluslararası düzenin geleceği hakkında daha fazla tartışmayı beraberinde getirecek. ABD'nin bu krizde atacağı adımlar merakla bekleniyor. Ayrıca Amerika'nın önümüzdeki günlerde bu sorunu ele alış şekli, hem onun uluslararası sistemdeki konumunu ve işlevini hem de dönüşmekte olan küresel düzendeki muhtemel rolünü ortaya koyacak.