ABD'nin yakın tarihindeki en önemli başkanlık seçimi kampanyalarından birinin sona ermesine çok az kaldı. Özellikle Donald Trump'ın Cumhuriyetçi Parti'den aday adayı olmasından sonra, bu seçim çok daha "ilginç" bir hal aldı. Zira Trump önseçimlerde diğer Cumhuriyetçi adaylara karşı alışılmadık bir kampanya başlattı. Bilhassa sayıları 16'yı bulan Cumhuriyetçi aday adayları arasındaki yarış, bu partinin geleceği açısından geride ciddi etkiler bıraktı. 2008 ve 2012'deki başkanlık seçimleri sonrasında, Cumhuriyetçi Partili stratejistler adayların büyük bir ikilemle karşı karşıya kaldığını belirtmişti. Adaylar önseçimleri kazanabilmek için partideki diğer kesimlere kıyasla çok daha örgütlü seçmenlerden oluşan aşırı sağ kanada hoş görünmek zorunda. Oysa genel seçimi kazanmak için ılımlılara ve bağımsız seçmenlere hitap etmeleri gerekiyor. Son birkaç seçimde, Cumhuriyetçi Parti önseçimlerinde yarışan aday adayları giderek daha tartışmalı açıklamalar yaptı. Aynı eğilim bu seçimlerde de devam etti. Tartışmalı açıklamalar Cumhuriyetçi Parti'ye ve onun ülkedeki imajına zarar vermekle kalmayıp, ABD'nin yurtdışındaki imajını da zedeledi. İki büyük siyasi partinin kongrelerinin ardından, kampanyalarda kullanılan söylemlerin ve adayların tutumlarının değişeceği yönünde iyimser bir beklenti oluşmuştu. Ancak özellikle Cumhuriyetçi aday tutumunu değiştirmedi ve bu durum Hillary Clinton'ın kampanyasını da etkiledi. Son üç ayda, dış politika konusunda görülmemiş ölçüde sığ tartışmalara tanık olduk. Adaylar çoğu kez, ülkenin ciddi sorunlarıyla alakası olmayan konular nedeniyle birbirlerini suçladı. Uzmanlar şu anda adayları ve onların dış politikaya ilişkin vaatlerini incelemekte ciddi ölçüde zorlanıyor. Clinton'ın kamuoyu baskısı yüzünden Trans Pasifik Ortaklığı (TPP) adlı ticaret anlaşmasına dair tutumunu değiştirmesi ve Trump'ın Suriye politikasıyla ilgili değişken söylemleri, ABD dış politikasının gelecekteki yönelimine dair büyük bir kafa karışıklığı yarattı. Adayların açıklamaları ABD'nin müttefiklerini de incitiyor. Amerikalı seçmenler 8 Kasım'da verdikleri oylarla ülkelerinin geleceğini belirleyecek. Ancak uluslararası toplum ihtiyatlı biçimde seçimin hemen sonrasını bekliyor.
Seçimden bir gün sonra nasıl bir ülke göreceğimiz belli değil. Seçim süreci ülkeyi görülmemiş biçimde bölerken, ülkenin geleceğiyle ilgili ciddi tartışmalar yapıldı. Yeni toplumsal ihtilafların ortaya çıkışıyla birlikte, zaten var olan siyasi kutuplaşma iyice derinleşti. Kampanya süreci muhtemelen ABD tarihinin en ihtilaflı dönemlerinden biri olarak hatırlanacak. Bu ayrışmaların nasıl giderileceği ve toplumun farklı kesimleri arasındaki güvenin nasıl yeniden tesis edileceği belirsiz.
Ayrıca ABD'de siyaset hakkında ciddi tartışmalar – mesela Cumhuriyetçi Parti'nin geleceğine dair önemli tartışmalar – muhakkak yaşanacak. Partinin hakiki temsilcilerinin kimler olacağı ve parti içindeki farklı hiziplerin dış politika gibi çeşitli önemli konulara ilişkin derin görüş ayrılıklarını nasıl gidereceği tartışma konusu olacaktır. Tabii buna benzer tartışmalar değişik siyasi partilerde geçmişte de yaşandı. Ancak uluslararası sistemin geçirdiği dönüşüm dikkate alındığında, bu tartışmanın ciddi siyasi yansımaları da olabilir.
Son olarak, seçimlerin küresel yansımaları da olacaktır. Hangi aday seçilirse seçilsin, dünya yeni başkanın dış politika önceliklerini anlamaya çalışacaktır. Siyasetin izlenen politikalardan nasıl ayrışacağını ve başkan adaylarının ciddi sorunlarla uğraşmaya hazırlıklı olup olmadığını anlayabilmek güç. Bu yüzden dünya şu anda, "seçimin hemen sonrasını" görmek ve ABD'nin bu dönemde ne tür bir ülke olacağını anlamak için bekliyor.