Uluslararası sistemin geleceği konusunda birkaç seneden beri devam eden bir tartışma var. Özellikle Irak Savaşının ardından uluslararası toplumun bazı üyeleri, ABD'nin sorumsuzca tek taraflı güç kullanımı yüzünden endişelenmeye başladı. Amerika'nın tek taraflı hareket etmesi İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşturulan uluslararası örgütleri işlevsiz bırakırken, bu kurumlar dünya düzenini değiştirme konusunda etkili olamadı. Küresel finans krizini takiben birçok uzman, dünya düzeninin artık tek kutuplu olmadığını ve dünyanın farklı yerlerinde yükselen güçlerle birlikte çok kutuplu bir düzen oluşacağını savunmuştu. Ancak çeşitlilik arz eden bir dünya düzeni arzusunda olanlardan bazıları bile, geçiş sürecinde yaşanacak bir kargaşadan ve başarısızlıktan korkuyordu. ABD gerilerken hiç kimse onun bıraktığı boşluğu doldurmak istemezse veya İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan örgütlerin yerine yenileri kurulmazsa ne olacaktı?
Suriye krizinin başlamasıyla birlikte, dünya bu geçiş sürecinin ne kadar sancılı olabileceğini anlamaya başladı. Dünya gördü ki, süper gücün tek taraflı eylemleri kadar, ihtiyaç duyulduğunda hareket geçmemesi de uluslararası sistem için sorun yaratabiliyor. ABD'nin Suriye'de yedi yıldır pasif kalması en zorlu bölgesel çatışmalardan birine yol açmakla kalmayıp, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemdeki en korkunç insani krize de zemin hazırladı. Bu kriz sırasında herkes, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) gibi uluslararası kurumların, kuruluş sözleşmelerinde sözü edilen en temel işlevleri bile yerine getiremediğini gördü. Öte yandan, BM'nin dünya genelindeki insani krizlerden sorumlu kuruluşları, ellerindeki imkânların gittikçe yetersiz kaldığına şahit oldu.
Suriye rejiminin son dört yıl içinde düzenlediği kimyasal silah saldırıları, uluslararası toplumun koyduğu en önemli kurallardan birinin bazı rejimler tarafından hiçe sayılmaya başlandığını ve bu rejimlerin suçlarının yanlarına kâr kaldığını ortaya koydu. Dünya ülkelerinden gelen sözlü tepkiler dışında herhangi bir adım atılmaması, bu ciddi sorunu bir kez daha gözler önüne serdi. ABD, Fransa ve İngiltere uçaklarının geçen hafta düzenlediği sembolik nitelikteki hava saldırıları, değişen uluslararası sistemde uluslararası normların işlevsiz kaldığına dair bu algıyı değiştirmedi. Söz konusu hava saldırılarının olabildiğince sınırlı hedeflere odaklandığını vurgulayan açıklamalar, bu tür hava saldırılarının gelecekte rejim tarafından düzenlenebilecek benzer kimyasal silah saldırılarını engelleme kapasitesini önemli ölçüde zayıflattı. Aslına bakılırsa, Suriye iç savaşının uluslararası sistemin geleceği açısından kritik bir dönemeç özelliği taşıyabileceği giderek daha belirgin hale geliyor. Tıpkı elli altmış yıl öncesinde olduğu gibi, uluslararası sistemin büyük güçleri arasında hem gerginlik hem de dünya siyasetinin gelecekte izleyeceği yol hakkında bir kafa karışıklığı var. Mevcut kötümserlik, büyük güçlerin çatışmayı çözmeye yönelik adımlar atma konusunda ortaya koyduğu isteksizlikten kaynaklanıyor.
Dolayısıyla, bir ateşkese varılsa veya bölgedeki çatışma sona erse bile, farklı gruplar arasındaki uzlaşma görüşmeleri, Suriye'nin yeniden inşası ve kamu hizmetlerinin eski haline getirilmesiyle ilgili hâlâ birtakım soru işaretleri olacak. Büyük güçlerin hiçbiri, bu sorunları çözmek için öncülük yapmaya yanaşmıyor. Bu yüzden, Suriye iç savaşının durumu büyük güçlerin yetersizliğini gösterdiği kadar dünya düzeninin geleceği hakkında bazı tahminlere de zemin hazırlıyor. Bu düzen (ya da düzensizlik) bölgesel aktörler tarafından, bu yeni durumun beraberinde getirdiği sorunlarla baş etmek için hazır olmaya yönelik bir uyarı işareti olarak algılanmalı. Yeni uluslararası düzende bu bölgesel aktörler, gerek çatışmaları önlemek gerekse iç savaşların bölgenin farklı yerlerine sıçramasını engellemek bakımından fazlasıyla önemli roller oynayabilir.
Bölgesel aktörler büyük güçlerin soruna müdahale etmesini beklemek yerine, Suriye iç savaşına benzer krizlerin üstesinden gelmeye yönelik mekanizmalar ve kurumlar üzerinde çalışmaya başlamalı. Bu bölgesel güçler, geçiş süreci krizini bir fırsata çevirebilir ve geçiş süreçlerinin dünya siyasetinde yol açtığı kargaşayı kontrol altına alabilir. Söz konusu bölgesel güçlerin çoğu bu günlerde, süper gücün tek taraflı hareket etme veya harekete geçmeme "lüksünün" kendileri açısından iyice maliyetli hale geldiğinin ve bölgesel aktörlerin aynı şekilde davranma imkânına sahip olmadığının farkında. Şimdilik sorun esasen Ortadoğu için kritik öneme sahipmiş gibi görünse de, bölgedeki krizin uluslararası sistemin mevcut durumu ve büyük güçlerin dış politikası hakkında diğer bölgeleri ve ülkeleri de endişelendirmesi lazım. Tabii bu aslında, söz konusu ülkelerin mevcut çatışmadan doğru dersler çıkarıp çıkaramayacağına bağlı. Bunu yapamazlarsa, uluslararası normların serbest düşüşü sürecek ve uluslararası ilişkilerdeki kaos derinleşecek.