Geçtiğimiz birkaç yıl içinde, ABD'nin gerilemekte olduğu görüşüyle ilgili çok farklı yazılar çıktı. Gerileme fikrini savunanlar ile karşıtları arasında küresel finans krizi hakkında çıkan tartışmalar daha yakın zamanda yatıştı. ABD'nin gerilediği fikrine karşı çıkanların bu tartışmada haklı olduğu nokta, ABD'nin hâlâ güçlü olduğu ve ona meydan okuyan diğer güçlerin henüz küresel bir süper gücün üstlenmesi gereken sorumlulukları üstlenmeye isteksiz olduğuydu. Ancak ABD'nin gerilediğini savunanların işaret ettiği ekonomik ve sosyal süreçler, bu tartışmanın başladığı dönemden bu yana Amerikan yönetimleri tarafından başarıyla tersine çevrilebilmiş değil. ABD'deki temel altyapıyla ve eğitimle ilişkili sorunlar hâlâ yerinde duruyor. Bu arada son birkaç yıl içinde yayınlanan popüler sosyoloji kitapları, Amerikan toplumunda ve sosyal dayanışma anlamında, bağımlılıklar meselesi ve giderek artan siyasal kutuplaşma gibi çok daha fazla sorunun bulunduğunu ortaya koydu.
Bu eğilimler son birkaç yıldır devam ediyor olsa da, ABD'nin gerilediği görüşünün asıl kanıtı olarak, sorunlu dış politika ve güvenlik politikası kararları gittikçe daha çok öne çıkıyor. Gözlemciler ve akademisyenler çoğu kez, ülkenin gerilemesinin göstergeleri olarak ABD dış politikası ve güvenlik politikasındaki yanlışları ve Amerika'nın uluslararası arenadaki azalan itibarını örnek gösterdi. Daha önceki yazılarımda bu konuya birkaç kez değinmiştim. Politikalarının yönüne dair belirsizlik, uzun vadeli hedeflerin ve stratejilerin olmayışı, müttefiklerin güvenlik kaygılarının dikkate alınmaması ve dış politika karar alma süreçlerindeki giderek artan keşmekeş, ABD'nin gücü ve itibarının dünya çapında gerileyişinin en önemli örnekleri haline geliyor. ABD dış politikası hakkında çeşitli ülkelerde düzenlenen paneller ve toplantılarda, bu politikanın retoriğe ve kısa vadeli hedeflere teslim olduğu vurgulanıyor. Kimileri ABD'nin uluslararası ilişkilerdeki güvenilirliğini sorgularken, bu itibar kaybı tüm dünyadaki ABD algısını belirlemeye başladı.
ABD Türkiye'yle ilişkili olarak genelde sorunlu dış politika kararları almış, kibirli bir tavır sergilemiş ve tartışmalı söylemlerde bulunmuştur. Nedense bu tavır ABD'deki kimi çevreler tarafından, Türkiye'ye karşı doğru bir tutum olarak görülüp desteklenmektedir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump arasında gerçekleşen son telefon görüşmesi sonrasında yaşanan tartışma, bunu açıkça gösterdi. ABD'nin PKK'nın Suriye kolu YPG'ye silah sevkiyatını durduracağını teyit eden açıklaması, bazı dış politika uzmanları arasında büyük tartışma yarattı. ABD'nin YPG'ye desteği kesmesinin ne kadar büyük bir hata olacağını vurgulayan tweetler atıldı. Bu uzmanların ne düşündüğü ise belirsiz. ABD dış politikasının bölgedeki uzun vadeli stratejik hedefi ne olmalı? ABD stratejik hedeflerine YPG'yi destekleyerek nasıl ulaşabilir? Türkiye-ABD ilişkilerini onarmak için ne planlanıyor?
Hatta kimi yetkililer aceleyle, ABD ile YPG arasındaki işbirliğinin örgüte verilen destekte bazı değişiklikler yapılarak sürmesi gerektiğini açıkladı. Bunlar şaşırtıcı, kafa karıştırıcı ve hayal kırıklığı yaratan tepkiler idi. Bazı çevrelerin son birkaç yılın başarısız politikalarını devam ettirme yönündeki hevesi, daha da rahatsız ediciydi. Kimilerinin uzun dönemli stratejiden ziyade taktik hedeflere öncelik vermesi, zaten fazlasıyla kaygı uyandırıcı. Fakat bunların bazılarının, bu fikri sadece Ankara'yı kızdırmak ve onu ABD'den uzaklaştırmak için desteklediği izlenimi vermesi daha da korkunç. ABD son birkaç yıldır, bölgedeki NATO müttefikine verdiği zararlara bakmaksızın YPG'yi destekledi. ABD dış politikasını belirleyen çevrelerin bir kısmında görülen öngörüsüzlük ürkütücü. Bir terör örgütünün yan kolunu destekleyip onu ABD'nin tek seçeneği olarak görmek, hem bu ülkenin güvenilirliğini zedeledi hem de onu bölgede çaresiz kalmış bir süper güç gibi gösterdi. ABD'nin bölgedeki itibarının ve imajının zedelenmesi, bu ülkenin gerilemesi hakkında Türkiye'de süren tartışmaları da alevlendirdi. ABD mevcut politikasını ve özellikle de YPG'yle ilgili tutumunu değiştirmezse, hem itibarına ve imajına hem de dünya çapındaki aktif ilişkilerine kendi eliyle zarar vermeye devam eder. ABD'nin gücünün gerilemekte olduğu düşüncesi kısa süre sonra yeni bir anlam ve zemin kazanır.