Geçtiğimiz günlerde ABD'nin San Francisco şehrinde, İkinci Dünya Savaşı sırasında Japon İmparatorluk Ordusu'nun zulmüne uğrayan "rahatlatıcı kadınlar" anısına ithaf edilen bir heykelin açılışı yapıldı. Anıt kentteki Japon toplumunun tepkisini çekti. Japon hükümeti de başlangıçtan itibaren bu anıtların inşasını engellemeye çalıştı. Hatta bu heykellerden biri, ABD'de tartışmalara yol açan bir davaya konu oldu. En son açılan anıtla ilgili tartışmalar, gerek Asya'da gerekse dünyanın diğer bölgelerinde bulunan ülkeler arasındaki tarihsel sorunlara nasıl yaklaşılacağına dair münakaşaların, farklı bir şekil alarak da olsa varlığını sürdüreceğini gösterdi.
Bu arada, ABD Hava Kuvvetleri'ne ait B-1B Lancer bombardıman uçakları Cumartesi günü, Kuzey Kore'nin doğusundaki uluslararası hava sahasında savaş uçakları eşliğinde uçtu. Medyada çıkan haberlere göre, "Bu uçuş bir ABD savaş veya bombardıman uçağının 21'inci yüzyılda, Kuzey ve Güney Kore'yi birbirinden ayıran askerden arındırılmış bölgenin en kuzeyinde yaptığı uçuş oldu." Pentagon uçuşun hemen ardından yaptığı açıklamada, bunun yalnızca ABD'nin kararlılığını değil aynı zamanda Kuzey Kore tehdidini bertaraf etme konusundaki olası seçenekleri de ortaya koyduğunu belirtti. Uçuş, Kuzey Kore lideri Kim Jong-un'un ABD'nin dış politikasını "akıl sağlığından uzak" olarak niteleyip Başkan Trump için, "Bir ülkenin başkomutanlığı imtiyazını elinde tutmaya uygun değil, siyasetçi olmaktan ziyade kesinlikle ateşle oynamaya meraklı bir haydut ve gangster" yorumunda bulunmasından sadece birkaç gün sonra gerçekleşti. Aynı şekilde Trump da birkaç gün öncesinde Kim için, "Roket Adam kendisini ve rejimini intihara sürüklüyor" diyerek Kuzey Kore'yi, "Kendimizi veya müttefiklerimizi korumak zorunda kalırsak, Kuzey Kore'yi tamamen yok etmekten başka seçeneğimiz kalmaz" sözleriyle tehdit etmişti.
Kuzey Kore Dışişleri Bakanı, bu gelişmelerin ardından Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada, ABD anakarasına füze atmalarının "kaçınılmaz" olduğunu söyledi.
Öte yandan Çin, Trump'ın BM'de yaptığı ve Rusya ile Çin'i isim vermeden eleştirdiği konuşmaya tepki gösterdi. Trump o konuşmasında şöyle dedi: "Ukrayna'dan Güney Çin Denizi'ne kadar her yerde egemenliğe yönelik tehditlere karşı çıkmalıyız… Hukuka, sınırlara, kültüre ve bunların mümkün kıldığı barışçıl ilişkilere saygıyı korumalıyız." Trump başkanlığının ilk günlerinden itibaren Güney Çin Denizi konusundaki hassasiyetini açıkça ifade etti ve daha önceki tweet'lerinde bu konuya birkaç kez değindi. Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, Trump'ın açıklamalarına cevap verirken "Bazı ülkeler bir süredir, denizlerde seyir özgürlüğü bahanesiyle uçaklarını ve gemilerini Güney Çin Denizi yakınlarına getiriyor… Aslında bunun, Güney Çin Denizi'ne kıyıdaş ülkelerin egemenliğini tehdit eden bir tutum olduğunu düşünüyorum" dedi.
Doğu Asya'da uluslararası ilişkiler alanında son birkaç günde yaşanan bu üç gelişme, bölgenin krizlere ve tartışmalara açık oluşunu gösteriyor. Gittikçe sertleşen söylemler ve ihtilaflı konuların seyri, bölgenin istikrarına yönelik yüksek riskleri ortaya koyuyor. BM'nin çatışmaların çözüme kavuşturulduğu bir forum olmaktan ziyade söylemlerin sertleştirildiği bir yer haline gelmesi, birçok kişiyi endişelendiriyor.
Bölgede Çin ile Asya kaplanlarının ekonomik açıdan güçlenmesiyle birlikte çoğu gözlemci, içinde bulunduğumuz binyılın ilk asrını Pasifik Yüzyılı olarak adlandırıyor. Hillary Clinton ABD dış politikasındaki büyük değişimi (Asya-Pasifik açılımı veya Asya Pivot) haber veren bir yazıyı kaleme alırken bile, geleceğin Asya'da olduğunu gösteriyordu. Bölgedeki ticaret hacmi, ülke ekonomilerinin hızlı büyümesi ve Asya'daki çeşitli sektörlerin enerji ve dinamizmi birçok kişiye, Asya hâkimiyeti döneminin geldiğini düşündürdü. Son birkaç yıldır bu tartışmalar genellikle Çin ekonomisinin yükselişine ve bunun küresel ekonominin geleceği açısından sunduğu potansiyele odaklanıyor.
Asya'nın yükselişi ve dünya ekonomisinin merkezinin doğuya kayması hakkındaki bu tartışmalara rağmen, son birkaç günde yaşanan gelişmeler Asya'nın küresel ekonomi ile siyasetin merkezi olmadan evvel çözmesi gereken sorunlarını gözler önüne seriyor. Yazının başında değindiğim, Japonya'nın geçmişine dair tartışmanın gösterdiği üzere, bölge ülkeleri arasındaki tarihsel sorunlar Doğu Asya ülkelerinin ilişkilerine gölge düşürmeye devam edecek. Bu tartışmalar iç siyasette milliyetçiliği körüklediği gibi, Asya ülkeleri arasındaki işbirliğine yönelik ciddi engeller de yaratabilir. Ayrıca zaten sağlam olmayan ilişkileri bozabilir.
"Rahatlatıcı kadınlar" anısına dikilen anıtlar, çıkabilecek krizlerin yalnızca birini temsil ediyor. Kuzey Kore'nin nükleer programıyla ilgili karşılıklı açıklamalar, bu konunun sadece Asya'yı değil uluslararası sistemin tümünü istikrarsızlaştırma potansiyelini ortaya koydu. Geçtiğimiz hafta yapılan diplomatik incelikten yoksun açıklamalar, hem ihtilafın boyutunu hem de soruna barışçı ve diplomatik yöntemlerle çözüm bulmanın zorluğunu gösterdi. Krizde giderek sertleşen açıklamalar ciddi bir tehdit yaratıyor. Son olarak, Güney Çin Denizi'ndeki ihtilaf da bölge açısından bir başka önemli tehdit oluşturuyor. Deniz sınırlarını belirlemenin zorluğu zaten iyi biliniyor. Güney Çin Denizi'ndeki kriz bölge ülkelerini birbirine düşürmese de, ABD'nin müdahil olması gerginliği artırabilir.
Aslında geçen hafta yaşanan üç gelişme de Doğu Asya'daki üç önemli kriz ile ilişkili. Bu krizlerin hiçbirinde, çatışmanın çözümüne zemin hazırlayacak herhangi bir gelişmeye dair işaret yok. Doğu Asya ekonomilerinin hacmi ve potansiyeli büyümeye devam ederken, bölge ülkelerinin krizleri yönetme veya aralarındaki gerginlikleri idare etme yeteneğinde hiçbir ilerleme olmadı. Bu ülkelerin kamuoyları krizi dikkatle izliyor. Ancak sorunu çözmeye yönelik mekanizmalar ile kurumların veya en azından sorun çözme niyetinin yokluğunda, kontrol altında tutulması zor olabilecek ani bir gerginlik çıkması riski var.