İnsanlık tarihinin en ilginç dönemlerinden birinde yaşıyoruz. Geçmişte milyonlarca insanın hayatına mal olan savaşlar ve çatışmalar yaşandı. Çeşitli dönemlerde insanlar bu tür gaddarlıkları önlemek için "bir daha asla" demişti. Bu vakaların çoğunda, uluslararası toplum yaşanan vahşetin boyutunu ve şiddetini zamanında anlayamamıştı. Sonraları anma etkinlikleri ile toplumsal hafızaya kazınan bu olaylar, ilgili ülkelerin tarihleri ve halklarının kimliği açısından çok önemli hale geldi. Teknolojinin gelişip küreselleşmenin ilerlemesiyle birlikte, artık dünyanın farklı yerlerinde yaşanan zulümlerden haberdar olma ve kimi zaman da bunları görme olanağımız var. Dünyayı giderek küçük bir yer haline getiren küreselleşme ve internet, bu kriz noktaları hakkında her zamankinden daha hızlı bilgi almamızı sağlıyor. Ancak bilgimiz arttıkça, bu zulümlere karşı daha az duyarlı oluyoruz. Oysa şiddetin yoğunluğu ve sıklık derecesi hiç durmadan artıyor. Bir süre sonra bu durum, uluslararası toplum için neredeyse sıradan bir şey haline geliyor. Sanki birileri eşiği gittikçe yükseltmeye ve bizi daha kötü şeylere hazırlamaya çalışıyor.
Son altı yıldır uluslararası toplum, Suriye'deki trajediyi sadece izliyor. Uluslararası sistem ve Batılı hükümetler, masum sivillerin konvansiyonel ve kimyasal silahlarla katledilmesini engelleyemiyor. Günümüz dünyasının en iyi belgelenmiş katliamlarından birisi olan Suriye trajedisinde, kimlerin kimleri öldürdüğünü ve böyle bir rejime kimlerin müsamaha gösterip yardım ve destek sağladığını herkes biliyor. Esad rejimi dünyada benzer bir duyarsızlıkla karşılaşınca, şiddetin dozajını gittikçe artırdı ve kullandığı silahların yıkıcı etkilerini güçlendirdi. Tabii Suriye'deki bu katliamlar, dünyanın değişik bölgelerindeki birçok rejimi kendilerine direnen gruplara karşı sindirme yöntemleri uygulama konusunda teşvik edip cesaretlendirdi.
Son bir haftadır, Güneydoğu Asya ülkesi Myanmar'da yaşanan zulme ve kıyıma dair fotoğraflar ve görüntüler geliyor. Arakan (Rohingya) Müslümanları bu acıları yıllardır çekmekteydi. Ancak son yıllarda zulüm iyice şiddetlendi ve Müslüman azınlığın durumu kötüleşti. Bölgedeki güvenlik güçlerinin yaptığı mezalime ilişkin epeyce yazılı ve görsel kanıt var. Bölgedeki olayları izleyen çevreler, yaşanan olayları soykırım olarak tanımlıyor. Myanmar'daki bu azınlığın yaşadığı bölgede meydana gelen olayları daha da hazin kılan şey ise, ülkeyi yöneten kişinin kendisinin de geçmişte zulme uğrayıp baskılarla mücadele etmiş Nobel Barış Ödüllü bir siyasetçi olması. Tüm dünyada insan hakları konusunda sembol bir isim olarak görülen ve adı Nelson Mandela gibi ünlü kişilerle birlikte anılan Myanmar'ın fiili lideri Aung San Suu Kyi, şimdi Arakan azınlığının yaşam hakkı dâhil en temel insan haklarının ihlal edildiği bir ülkeyi yönetiyor. Suu Kyi Müslüman azınlığa yönelik şiddeti kınayamadığı gibi, bölgedeki insan hakları ihlallerini soruşturan özel Birleşmiş Milletler heyetinin ülkeye girişine de izin vermedi. Suu Kyi'nin konuya yaklaşımı, Nobel Barış Ödülü almış diğer isimlerin eleştirilerine de sebep oldu. Barış ödülü almış önde gelen kişilerden bazıları, geçtiğimiz yıl kaleme aldıkları bir açık mektupta, bölgedeki "etnik temizlik" tehlikesine dikkat çekmişti. Ödüllü isimler mektupta şöyle demişti: "Komşu ülke Bangladeş'e kaçan binlerce kişi Myanmar'a geri gönderildi. Bazı uluslararası uzmanlar, soykırım tehlikesi konusunda uyarıda bulundu. Yaşananlar, yakın zamanda Ruanda, Darfur, Bosna ve Kosova'da meydana gelen olaylarla birebir benzerlik taşıyor."
Mektubun imzacıları Suu Kyi'yi sert bir şekilde eleştirerek, "Daw Aung San Suu Kyi'nin, yaptığımız birçok çağrıya rağmen Arakan halkına kapsayıcı ve eşit haklar tanıma yönünde hiçbir adım atmamasından dolayı hayal kırıklığı içindeyiz. Daw Aung San Suu Kyi, ülkesinin lideri olarak öncülük yapmak ve cesur, insancıl ve merhametli adımlar atmak sorumluluğu altındadır" dedi. Bu mektubun yayımlanması sonrasında Suu Kyi, kendisine yönelik eleştirilere karşı tavizsiz tutumunu sürdürdü. Uluslararası toplumun bölgedeki şiddet olaylarına ilişkin sessizliği sadece zulmü artırır. Bu başlı başına bir sınav ve bu konudaki başarısızlıktan istifade edecek aktörler tam da şu anki zulümleri yapan kişiler olacak. Bunlara dur denilmezse, şiddetin dozajını gittikçe artırarak yeni bir soykırıma zemin hazırlayacaklar.