Son dönemlerde, Türk-Amerikan ilişkilerinde çeşitli krizler yaşandı. Soğuk Savaş'ın doruk noktasında iki ülke arasındaki ilişkiler, önce Küba Füze Krizi ve sonrasında ABD Başkanı Johnson'ın Kıbrıs anlaşmazlığı ile ilgili mektubu nedeniyle soğudu. Bu olayların üzerinden yıllar geçtikten sonra, Türkiye ve ABD arasındaki ihtilaflar daha çok Ortadoğu merkezli olmaya başladı. Türkiye'nin Birinci Körfez Savaşı sırasında Irak'a karşı ABD önderliğinde oluşturulan uluslararası koalisyona ciddi ölçüde destek vermesine rağmen taleplerinin karşılanmaması ve 2003 yılında Irak'ın ABD tarafından işgali öncesindeki 1 Mart (Tezkere) krizi, iki ülke ilişkilerindeki önemli kriz anları arasındaydı.
Tüm bu krizler ikili ilişkilerin uzun tarihinde karşılıklı güven açısından bazı hasarlar yaratsa da, gerilimi düşürmek adına birtakım çabalar gösterildi. Ancak yakın zamanda yaşanan krizler, Obama yönetiminin Suriye'nin kuzeyinde PKK'nın Suriye'deki kolu Halk Koruma Birlikleri'ni (YPG) doğrudan silahlandırması nedeniyle ortaya çıktı ve büyüdü. ABD'nin bu hamlesi, Türk kamuoyunda muhtemelen uzun bir süre boyunca olumsuz tepkiler yaratacak. Bir NATO müttefikinin vatandaşlarına karşı saldırılar düzenleyen terör örgütünün bir kolunu doğrudan silahlandırmak, asıl amacı ne olursa olsun izahı güç bir durumdur.
YPG'yi Deaş'a karşı silahlandırmak ve askeri eğitim vermek, daha en başından beri riskli bir hamleydi. Ayrıca ikili ilişkiler açısından ciddi sonuçları olacağı da belliydi. Türk hükümeti ilk andan itibaren, bir terör örgütüyle mücadele etmek için başka bir terör örgütünü desteklemenin doğuracağı risklere dikkat çekti.
Fakat YPG'yi sahadaki "güvenilir ortak" olarak gören ABD yönetimi, Kobani krizlerini takiben örgüte verdiği desteği artırdı. Bölgede yaşayan herkes, PKK ile YPG arasındaki örgütsel ve ideolojik bağların ve YPG'nin Türkiye'deki eleman toplama faaliyetlerinin PKK tarafından yürütüldüğünün farkında. Gerçekten de, iki örgütün topladığı militanlar arasındaki yakın ilişkiler bu konuda şüpheye yer bırakmıyor. Ancak bu inkâr edilemez kanıta rağmen ABD örgüte verdiği desteği sürdürdü. YPG'nin gittikçe artan gücü ile meşruiyeti ve bunun bölgedeki yansımaları, ABD'nin tavrını değiştirmedi. YPG kendi çıkarları adına savaşmıyordu ve eylemleri bölgedeki diğer tüm topluluklara zarar veriyordu. YPG'nin kendi mutlak kontrolü altında bir bölge oluşturmak amacıyla Arapları ve Türkmenleri sürerek demografik mühendislik yapması bile ABD'nin politikasını değiştiremedi. Net bir Suriye politikası ve Deaş'a karşı terörle mücadele stratejisi olmayan Obama yönetimi, YPG'ye ciddi ölçüde destek vermeyi operasyonel açıdan stratejik bir vasıta olarak görmüştü. Türkiye'nin, sınırlarının yanı başında konuşlanmış bir terör örgütünün güçlendirilmesi konusundaki kaygıları ABD yönetimince dikkate alınmadı. YPG'nin Deaş'a karşı tek çözüm olduğu görüşü, dünyanın en güçlü ordusuna sahip olan ABD'nin temel argümanı haline geldi.
Şu ana kadar YPG'yle ilgili planlara dair hiçbir açıklama yapılmadı. Fakat diğer taraftan, ABD yönetiminin bazı mensupları adeta YPG'nin halkla ilişkiler birimi gibi çalışıyor. Bu yüzden, sahadaki gerçekler ABD'nin bölge politikası üzerinde olumsuz etkiler yaratmak üzere. YPG'nin bölgedeki aşırı milliyetçi söylemleri ve politikaları nedeniyle yükselen etnik gerginlik, örgütün ele geçirdiği şehirlerin ve kasabaların geleceği konusundaki belirsizlik ve ABD'nin YPG'yle ilişkilerindeki çıkış stratejisi hakkındaki belirsizlik, Suriye'nin geleceği açısından oldukça işlevsiz bir Amerikan politikası oluşturmak üzere.
ABD'nin YPG'ye doğrudan askeri destek sağlamasıyla beraber, yeni bir eşik de aşılmış oldu. Bir önceki ABD yönetimi bu yardımla birlikte, yeni yönetimin bölgedeki Amerikan politikalarının geleceğini etraflıca düşünme olanağına henüz sahip olmadığını gösterdi. Deaş'ı yenmek için bu adımı atmak, belki de bölgeden bir an önce çıkmayı planlayan ABD yönetimi açısından geçici bir hamle gibi görünebilir. Ancak kendi ülkelerindeki etnik fay hatlarının kırılması tehlikesiyle karşı karşıya kalacak olan halklar ile ABD'nin silahlandırıp eğittiği bir örgütün terörüne maruz kalma ihtimali olan insanlar için, bu uzun bir süreç olacak. Ne de olsa, bölgede izlenen bu sorunlu politikanın sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda kalacak olanlar onlar. Amerika'nın bu kararının kamuoyunda doğuracağı tepkiler, ABD'nin dünyadaki konumunu ve imajını da etkileyebilir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Washington'a yapacağı ziyaret, işte bu durumun gölgesinde gerçekleşecek. Cumhurbaşkanının Çin ziyareti öncesinde yaptığı açıklamada belirttiği üzere, hem Türk kamuoyu hem de Türk hükümeti, Amerikan yönetiminin bu konudaki kararını geri döndürülemez sonuçlara yol açmadan önce değiştirmesini bekliyor. Türk heyeti bu ziyaret sırasında YPG ile ilgili kaygılarını bir kez daha dile getirecek ve Deaş ile mücadelenin her iki tarafın istihbarat ve güvenlik konularında işbirliği yapmasını gerektiren uzun bir süreç olacağını vurgulayacak. Aynı şekilde Suriye'deki savaş da, Rakka operasyonunun sonucu ne olursa olsun iki ülke arasında sürekli işbirliğini ve koordinasyonu zorunlu kılıyor. İkili ilişkilerin geldiği bu kritik dönemeçte, mevcut krizi aşmak için hâlâ bir fırsat penceresi varken bir önceki Amerikan yönetiminin Suriye'deki savaş ile ilgili olarak yarattığı tahribatın bir kenara bırakılması gerekiyor. Türk ve Amerikan liderleri arasında 16 Mayıs'ta gerçekleşecek görüşme, bu fırsatı değerlendirmek açısından önemli bir adım teşkil edebilir.