Bu yılki seçim kampanyalarının yürütülüş tarzı nedeniyle, adayların kritik öneme sahip bölgelere yönelik ABD dış politikası ile güvenlik politikası hakkındaki planlarını, önerilerini ve projelerini derinlemesine incelemek zor. Dış politikayla ilgili çok fazla karmaşık mesaj ve tutarsız açıklama var. Bir sonraki yönetimde önemli mevkileri işgal etmesi beklenen kişiler ve onların öncelikleri de bu tabloyu daha karmaşık hale getiriyor. Seçim döneminde, dış politikayla ilgili spesifik bir konuya şu ana dek neredeyse hiç değinilmedi.
ABD dışında gündemin en ön sıralarında olmasına rağmen seçim kampanyası sürecinde fazla üzerinde durulmayan konulardan biri de, adayların Asya-Pasifik hakkındaki dış politika tutumları. DEAŞ'ın yükselişi ve yarattığı milli güvenlik tehdidi, İran'la yapılan nükleer anlaşma ve bunun ABD iç siyasetindeki kutuplaştırıcı etkisi, Irak ve Suriye'deki durum ve Irak Savaşı ile ilgili yeniden alevlenen tartışmalar nedeniyle, dış politikaya dair tartışmalar daha çok Ortadoğu üzerinde yoğunlaştı. Ancak Asya-Pasifik bölgesinde ciddi ve önemli sorunlar var. ABD'nin bölgedeki müttefikleri de rakipleri de, adayların bölgeyle ilgili muhtemel politikalarının neler olacağını anlamaya çalışıyor.
Obama yönetimi Ortadoğu'daki barış sürecini tekrar başlatmak ve Rusya politikasını yeniden ayarlamak gibi konularla ilgili girişimlerine benzer şekilde, görevdeki ilk iki yılında Asya'ya yönelik iddialı bir dış politika atağı başlattı. Büyük ölçüde dönemin Dışişleri Bakanı Hillary Clinton tarafından tasarlanan ve yürütülen Asya-Pasifik açılımının (Asya Pivot) amacı, ABD dış politikası ve güvenlik politikasında önceliği, artan ekonomik ağırlığı ve Çin'in ABD'nin bölgesel müttefiklerine karşı ciddi bir rakip haline gelmesi nedeniyle Asya-Pasifik'e vermekti. Bu politikanın başlatılmasından sonra birçok gözlemci ve uzman, bölgeye verilen önemin ciddi ölçüde artmasını bekledi. Ancak bu beklenti gerçekleşmedi. Çok kısa bir süre sonra, bu politikanın adı daha az iddialı bir nitelemeyle "yeniden dengeleme (rebalance)" olarak değiştirildi. DEAŞ'ın yükselişiyle birlikte de, Çin'le ilgili tartışmalar siyasi çevrelerde giderek gündemin alt sıralarına düştü.
Şimdi tam da seçim öncesinde Asya'da, yeni ABD yönetiminin bölgenin potansiyellerine ve bölgedeki tehditlere yönelik yaklaşımına dair soru işaretleri var. Kuşkusuz, Hillary Clinton ABD dış politikasında bölgeye verilen önemi artırmak için epey zaman ve çaba harcadığından, bilhassa ABD'nin bölgedeki müttefikleri arasında ABD'yle daha ileri düzeyli stratejik ve siyasi diyalogu yeniden başlatma yönünde yüksek beklentiler bulunuyor. ABD'nin Güney Kore ve Japonya gibi bölgesel müttefikleriyle ilişkileri "yepyeni" bir hal alabilir. ABD'nin Filipinler ile ilişkilerine dair son zamanlarda yaşanan tartışma da yeni yönetimin tutumundan etkilenecek. Hillary Clinton dışişleri bakanlığı döneminde Güneydoğu Asya'da çok zaman geçirdiği ve Burma gibi ülkelere yönelik ciddi politika açılımları başlattığı için, bölgede buna benzer özel girişimler görebiliriz. Dünyanın bu bölgesindeki insan hakları sorunları, muhtemel tartışma konularından biri olacaktır. Clinton dışişleri bakanlığı döneminde, Çin'deki insan hakları sorunları konusunda karmaşık bir tutum sergiledi. Myanmar'da Aung Sun Suu Kyi'nin hapishaneden salıverilmesi ve Çinli insan hakları aktivisti Chen Guangcheng gibi konular, insan hakları odaklı politika hakkında ciddi tartışmalara yol açtı. Dolayısıyla, yeni yönetimin bölgede insan haklarına tekrar odaklanacağı yönünde biraz iyimser bir beklenti var. Cumhuriyetçi aday Donald Trump ise, bazı müttefik ülkeleri "beleşçiler" olarak nitelemesi ve ABD'nin Güney Çin Denizi'ndeki askeri varlığını artırmasına vurgu yapması dışında, ülkesinin bölge geneline yönelik dış politikasına fazla değinmedi. Trump daha çok Çin'e odaklandı.
Tabii seçim sürecinde insan haklarından veya bölgedeki ABD müttefiklerinden ziyade dikkatler asıl, Çin'in "haksız ticari uygulamalarının" ABD'nin yerli sanayisi üzerindeki etkilerine yoğunlaştı. Örneğin Trump, kur manipülasyonu yaptığı gerekçesiyle Çin'e çok sert eleştiriler yöneltti. Trump çeşitli kereler, başkan seçilmesi halinde "ABD Ticaret Temsilcisi'ne Çin aleyhine hem burada [ABD'de] hem de Dünya Ticaret Örgütü'nde (DTÖ) şikâyette bulunması emrini vereceğini" söyledi. Trump bilhassa ABD'nin Çin'e karşı verdiği ticari açık sebebiyle hem ABD yönetimini hem de Çin'i eleştirirken, "Bizler [ABD] Çin'in ülkemizi yağmalamasına izin veremeyiz. Çinlilerin yaptığı tam da bu" dedi. Aslında bu, Clinton ile Trump'ın üzerinde uzlaştığı bir konu. İki aday da, ABD'de birçok kişinin Çin yüzünden işsiz kaldığını vurguladı. Son yirmi yıldaki ABD seçimlerinde neredeyse tüm başkan adayları aynı şeyi söyledi.
İki aday siber güvenlik konusunda da sert mesajlar verdi. Bu konu, ABD'nin farklı istihbarat kuruluşlarının diğer ülkelerden kaynaklanan siber saldırılara dair raporları nedeniyle seçim kampanyasının en önemli gündem maddelerinden biri oldu. Clinton bununla ilgili olarak, "Başkan seçilirsem, ABD'nin siber saldırılara tıpkı diğer saldırılara yaptığı gibi karşılık vereceğini açıkça belirteceğim. Bunlara karşı ciddi siyasi, ekonomik ve askeri tedbirler alacağız" dedi. Benzer şekilde Trump, Çin'in siber suçlarına karşı "sıfır hoşgörü politikası" izleyeceğini açıkladı.
Ortada kapsamlı bir belgenin olmaması, adayların Asya'ya yönelik ne tür politikalar izleyeceğini tahmin etmeyi güçleştiriyor. Yukarıda değindiğim konuların çoğu, ancak adayların konuşmalarındaki bazı ifadelerden çıkarılabiliyor. Çin ile Japonya arasında Senkaku Adası hakkında yaşanan tartışma veya bölgedeki 7 ülke arasında Spratly Adaları yüzünden çıkan ihtilafa hiç değinilmiyor. Kuzey Kore ve nükleer programından çok söz edilmiyor. Şu ana dek Tayvan'a ve güvenliğine ya da Hong Kong'a ve oradaki gösterilere değinen olmadı. Adayların kamuoyuna yönelik açıklamalarında Asya-Pasifik hâlâ tali bir konu.