ABD'de uzun bir süreden beri devam eden ön seçimler bitmek üzere. İki parti de bu yaz düzenleyecekleri kongrelerin hazırlıklarıyla meşgul. Bu kongreler, önümüzdeki Kasım ayının ilk haftasında yapılacak başkanlık seçimine kadar sürecek yeni bir kampanya döneminin startını verecek. Bu köşede daha önce çıkan çeşitli yazılarımda, uluslararası toplumun başkanlık yarışı ve başkan adayları hakkındaki algısını ele almıştım. ABD'nin dünyanın süper gücü olması ve dünyanın her bölgesinde varlık göstermesi, bu ülkedeki seçimlerin yerkürenin farklı bölgelerinde yaşayan milyonlarca insan tarafından izlenme ve algılanma şeklini önemli ölçüde etkiliyor. Başkan adaylarının önemli dış politika ve güvenlik konularındaki tutumları, dünyanın her yerinde tartışmaları ve değerlendirmeleri beraberinde getiriyor. Ancak bu küresel etkiler ve yansımalar adayların önceliklerinde değişikliğe neden olmuyor. Ön seçimleri kazanmaya odaklanan adayların çoğu, kampanyaları sırasında fazlasıyla tartışmalı birtakım açıklamalar yapmayı olumlu bir şey olarak gördü.
Daha kampanyaların başlamasıyla birlikte, bu tür açıklamaların bazıları tüm dünyada yankı uyandırdı. Bir kısım Cumhuriyetçi adayın Müslümanların ABD'ye girişinin nasıl engelleneceği konusunda birbirleriyle yarışması ve göçmen meselesinin yönetimiyle ilgili duyulmadık öneriler getirmesi, dünya genelinde şok etkisi yarattı. Dünyanın süper gücünün başkan adaylarının, yeryüzünün en otoriter ülkelerini akla getiren politika önerileri sunması ayrıca endişe vericiydi. Daha önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi, adayların kampanyaları kızıştıkça ABD'nin dünyadaki imajı da ciddi ölçüde zarar gördü. Dünyanın değişik yerlerine gittiğimizde, ABD hakkında karışık duygular beslendiğine tanık olduk. Bu duygular arasında hayal kırıklığı, şaşkınlık ve endişe de vardı. Bilhassa ABD'nin müttefikleri, böyle bir durumla nasıl başa çıkacakları konusunda kafa karışıklığı yaşıyordu. En tartışmalı açıklamaları yapan aday adayının Cumhuriyetçilerin başkan adayı olması neredeyse kesinleştiğinde, bu belirsizlik duygusu daha da güçlendi. Öte yandan, Demokratların muhtemel başkan adayı Hillary Clinton şu ana dek dış politika konusuna çok odaklanmadı. Yani şu anda iki güçlü aday var ve bu adaylar görüşlerini hem Amerikalı seçmenlere hem de uluslararası topluma aktarma konusunda bir şans daha yakalayacak.
ABD'nin imajı ve dünyadaki itibarı açısından zararlı etkiler yaratan bir dönemin ardından, seçimlerde kullanılan söylemler adaylara artık daha sorumlu davranma ve kendilerini uluslararası topluma ifade etme bakımından bir şans sunabilir. Kampanya sürecinin bundan sonraki bölümünde adaylar, politika önermek ile siyaset arasında bir fark olduğunu idrak edebilir. Ancak bilhassa dış politika söz konusu olduğunda, bu fark iyice belirsizleşiyor. Başkanların ve başkan adaylarının yaptığı açıklamalar fazlasıyla ciddiye alınıyor. Sık sık belirttiğimiz gibi, Başkan Barack Obama'nın görev döneminde gözlenen söylem ile eylem arasındaki uçurum, ABD'nin saygınlığını zedeledi. Adaylar seçim kampanyaları sırasında sorumsuz açıklamalar yapmaya devam ederse, seçimin galibi kim olursa olsun bu söylemleri uluslararası topluma izah etmekte zorlanır. Uluslararası toplumun ABD ile ilgili algısını seçim sonrasında değiştirmek kolay olmayacaktır.