Bir yıl önce bu köşede, Türkiye-Suriye sınırındaki bazı kentleri ziyaret edip Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) tarafından yönetilen mülteci kamplarını gezdikten sonra kaleme aldığım bir yazıda, "Türkiye'de Suriyeli mülteciler ile ilgili tabiri caizse destansı işler yapılıyor. AFAD ve yerel STK'lar (sivil toplum kuruluşları) tarafından yürütülen bu hayranlık verici çalışmalar, uluslararası toplumda hak ettiği takdiri tam olarak görmüyor. Bu çalışmalar, doğal veya insan kaynaklı afetler sırasında, iyi yönetilen, siyasi iradenin desteğini arkasına almış, gayretli, adanmış ve azimli personelle neler yapılabileceğini gösteriyor. Son dört yılda bu kadar çok insanın hayatına dokunan AFAD ve yerel STK'lar Nobel Barış Ödülü'nü hak ediyor," demiştim.
Bu ziyaretten yaklaşık bir yıl sonra, Türkiye-Suriye sınırında bulunan ve mülteci krizinden doğrudan etkilenen illerden ikisini daha ziyaret ettim. Bu sırada dünyada birçok kişi, Kilis gibi küçük bir sınır şehrinin mülteci akınını idare etme yöntemleri karşısında hayranlığını gizleyemiyordu. Bölgeye yaptığım son ziyaret, yaşanan krizler ve AFAD ile yerel STK'ların çalışmaları hakkında daha önce ifade ettiğim görüşlerimi tamamen doğruladı. Evet, Kilis şehri, yerel halk, yerel STK'lar ve AFAD, uluslararası toplumdan büyük bir takdiri hak ediyor. Hatta Nobel Barış Ödülü'nden daha fazlasına layıklar. Kilis halkının ve Suriye sınırındaki diğer şehirlerin sakinlerinin hoşgörüsü, cömertliği ve nezaketi ile bazı Avrupa halklarının geçen yazdan beri yaşanan Suriyeli mülteci akını karşısında sergilediği hoşgörüsüzlük, korku ve kaygılar tam bir tezat oluşturuyor. Avrupa'ya gitmeye çalışan Suriyeli mültecilerin içler acısı halini ve binlerce mültecinin Ege ve Akdeniz'de boğuluşunu gördükten sonra, sınır şehirlerimiz bizlere insanlığın geleceği konusunda umut aşılıyor. Ziyaretim sırasında Kilis bu konuda iyi bir örnek olarak öne çıktı.
MÜLTECİ AKINI ÜZERİNE GÖZLEMLER
Kilis Türkiye ve Suriye'nin iki büyük şehri – Gaziantep ve Halep – arasında sıkışıp kalmış, tarihi öneme sahip küçük bir şehir. Suriye sınırına sadece birkaç kilometre uzaklıkta bulunan şehir, hiçbir zaman önemli bir sanayi merkezi olmadı. Klasik sınır kasabalarına benzer şekilde, ekonomisi tarıma ve sınır ticaretine dayalı bir şehir olarak kaldı. Bu küçük şehrin nüfusu resmi kayıtlarda hâlâ 90 bin olarak görünüyor. Ancak Suriye'deki savaşın başlamasıyla birlikte Kilis büyük bir mülteci akınıyla karşı karşıya kaldı. Şehir sınıra çok yakın olduğu için, ülkelerindeki toplu katliamlardan kaçan Suriyelilerin başlıca varış noktalarından biri oldu. Türk makamları ilk mülteci kamplarından birini, Kilis'in Öncüpınar sınır kapısı yakınında kurdu.
İlk zamanlar çoğu kişi, krizin kısa sürede sona ereceğini ve mültecilerin evlerine geri döneceğini düşündü. Ancak o dönemden bu yana kriz, korkunç sonuçlar doğuran büyük bir iç savaşa dönüştü. Suriye'deki durumun savaşa dönüşmesiyle beraber, mülteci dalgasının şekli de çarpıcı biçimde değişti. Suriye'deki savaş sırasında şiddetten kaçanlar için güvenli bir sığınak haline gelen Kilis aynı zamanda, Gaziantep, Ankara ve İstanbul gibi büyük şehirlere gitmeye çalışan mülteciler için bir transit geçiş noktası hüviyeti kazandı. Böylece şehir, çatışmanın değişik evrelerinde yüzbinlerce mülteciye geçici olarak ev sahipliği yaptı. Rusya'nın Suriye'deki hava saldırılarının hemen sonrasında, yeni mülteci kafilelerinin gelişi ve bir o kadarının da sınırın öte tarafında toplanmasıyla, Kilis ilave bir yük altında kaldı. Bugün itibariyle şehirde yaklaşık 130 bin (yani yerel nüfusun bir buçuk katı kadar) Suriyeli mülteci var.
KİLİS: MÜLTECİLER İÇİN SIĞINAK
Kilis'e yaptığımız ziyaret, sınırın karşı tarafından yapılan birkaç roket saldırısı yüzünden güvenlik kaygılarının gittikçe arttığı, kritik bir döneme denk geldi. Şehir DAİŞ'in iki ayrı saldırıda attığı roketlere hedef oldu. Saldırılar nedeniyle haklı olarak birtakım endişeler vardı. Ama şehir sakinleri bu tehditler konusunda şaşırtıcı ölçüde olgun bir davranış sergiliyordu. Yerel halk, Suriye iç savaşı sonrasında şehirde ön plana çıkan STK'lar ve görüştüğümüz yetkililer, bu saldırılan asıl faillerini net olarak biliyor ve savunmasız mülteciler ile teröristleri birbirinde ayırt edebiliyordu. Saldırıların yol açtığı şoka rağmen, halkın ve yetkililerin mültecilere yönelik tutumuna korku faktörü yön vermiyordu.
Yerel halkla ve yetkililerle yaptığımız sohbetlerde sıra mültecilerin şehirde yarattığı sıkıntılara geldiğinde, çoğu kişi bu sorunlardan açıkça söz etmeyi pek istemedi. Şehirdeki altyapı ve kamu hizmetleri yaklaşık olarak 80 bin kişilik bir nüfusa göre tasarlanmış. Ancak mülteci akını şehrin kapasitesinin kesinlikle kaldıramayacağı bir noktaya ulaşmış. Sağlık hizmetleri ve eğitim tesisleri, bu durumdan en kötü etkilenen kamu hizmetleri. Ayrıca mülteci akını emlak fiyatlarında artışa yol açmış ve kayıtdışı bir ekonomi yaratarak işçi ücretlerini aşağıya çekmiş. Özellikle kalabalık mülteci girişleri sırasında sınır kontrolleri ve gelenlerin düzgün bir güvenlik taramasından geçirilmesi zorlaştığı için, şehir ciddi bir güvenlik riski ile de karşı karşıya kalmış. Fakat yukarıda bahsettiğim gibi, bu sorunlar farklı gözlemciler tarafından yazılı ve sözlü olarak ifade edilse de, halkla konuşurken mahcubiyet ve tereddüt içinde dile getirildiklerini görüyorsunuz. Görüştüğümüz kişiler içinde en kaygılı olanlar bile, endişelerini belirttikten sonra Suriyeli mültecilere ciddi ölçüde empati gösterdi. Endişeli insanlarla yaptığımız tüm görüşmeler, "Ama bizim de aynı duruma düşebileceğimizi unutmamalıyız" türünden cümlelerle sona erdi. Şehirdeki STK'ların gelişimi hayranlık uyandırıcı. Bunların büyük çoğunluğu, Suriyeli mültecilere yönelik insani yardım faaliyetlerine odaklanmış.
Kilis'te bulunduğumuz sırada DAİŞ, sınırın öteki tarafından şehre roket saldırıları düzenlemeye başladı. Şehir merkezindeki herkes roketlerin ve patlamaların sesini açıkça duyuyordu. Kilis'e sekiz roket düşerken, biri kadın biri de çocuk olmak üzere iki kişi hayatını kaybetti. Altı roket ise meskûn olmayan yerlere düştü. Daha önceki saldırılardan farklı olarak, DAİŞ ilk kez şehre bu kadar çok roket atmıştı. Saldırı sonrasında şehirde şok ve korku vardı. Ancak şehir sakinleri bir kez daha korkuya teslim olmayı reddetti ve fevri hareket etmekten kaçındı. Türk askerleri saldırılara karşılık verdiğinde, DAİŞ hedeflerine yönelik top atışlarının sesi şehir merkezinden rahatça duyuluyordu.
Kilis'ten ayrılırken, yerel halkın olgunluğuna ve basiretine hayran kalmıştık. Bu hususta bazı Batılı halklarla olan fark insanı hayrete düşürüyor. Bütün bu olumlu unsurlara rağmen, durumun sürdürülemez olduğunun da farkındayız. Kilis tıpkı Türkiye'nin başka yerlerindeki birçok il gibi şiddete, savaşa ve çatışmaya karşı kahramanca bir duruş sergiledi. Uluslararası toplumun bu noktada atacağı ilk adım, bu duruşu hak ettiği şekilde takdir etmek olmalı. Ayrıca bu yerel toplulukların yükünü paylaşmaya yönelik ikinci bir adım da atılmalı. Tabii kısa vadede yapılması gereken ilk iş, Türkiye'deki şehirlerin mülteci akınıyla baş etmesine yardımcı olmak ve Avrupa'ya mülteci kabul etmeye başlamak. Ama uzun vadede, mülteci akınıyla uğraşırken yapılacak en önemli şeyin Suriye'deki iç savaşa uygun bir şekilde çözüm bulunması olduğu açık.